13 Kasım 2013 Çarşamba

-Türklerin Müslümanlaştırılması-

NASIL MÜSLÜMAN OLDUK ?
Türklerin Müslümanlığı Kabulü Hakkında Ne Biliyoruz?

Bu konuda pek fazla birşey bildiğimiz söylenemez. Çünkü Türklerin müslüman oluşuyla ilgili olarak

ne okullarda, ne tarih kitaplarında ayrıntılı bilgi verilmez. Verilen bilgilerden ise sanki İslam'ı duyan-dinleyen Türklerin akın akın müslüman oldukları ima edilir. Bu gerçek değildir. Gerçeğin bilinmesi istenmez.

Bakın Diyanet bu konuda ne diyor:

Türklerin İslâm dinine girmesi, Türk milletinin tarihinde bir dönüm noktası olmuş, müslümanlık için hayırlı sonuçlar doğurmuştur.

Türkler, İslâm dinini hiç bir zorlama olmadan kendi istekleri ile kabul etmiştir. Bunun başlıca sebepleri şunlardır:

1) İslâm dini ve İslâm medeniyetinin üstünlüğü.

2) İslâma girmeden önce Türklerin eski dini inançlarının İslâm inancına yakın olması ve İslâmın getirdiği üstün prensiplerin Türk milletinin ruhuna ve manevi yapısına uygun düşmesi.

" Hiç bir zorlama olmadan " ifadesi büyük bir yalandır. Bunu aşağıdaki dökümanı sabırla sonuna kadar okuyabildiğinizde göreceksiniz.

Türkçü Turancı çizgide siyaset yapanların ise bu konuda gerçeği gizlemeleri çok ilginçtir. Hem Türkçü geçinip hem de Türklerin tarihinde uğradıkları en büyük vahşet ve katliamdan bahsetmemelerine anlam vermek mümkün değildir.

Aşağıdaki bilgilerin tamamı İslami kaynaklardan, Taberi ve Zekeriya Kitapçı gibi İslami tarihçi ve yazarlardan alınarak düzenlenmiştir.

Türklerin kılıç zoruyla Müslümanlaştırılmaları ile ilgili 670’li tarihlere dayanan bilgiler maalesef okullarda bizlere hiçbir zaman verilmemiş, verilen bilgiler ise, Türklerin Müslümanlığa geçişleri kendi istekleri ile olmuş gibi gösterilerek, 740’lara kadar ki tarih atlanarak verilmiştir.

İslam''ın Türklere zorla kabul ettirilmeleri ile ilgili 670’lerden başlayarak 740’lara kadar uzanan tarihin bize okullarda anlatılmamasının nedenlerini, bu kısa tarihi öğrenince biraz daha anlamak mümkün olabilecektir. Şimdi, bu atlanan 70 senelik tarihe bir göz atalım..

Arapların Türklere İlk Saldırıları

Seyhun ve Ceyhun nehirleri arasında bulunan bölge tarihi ipek yolu üzerindedir.. Türk beylikleri, bu bölgedeki, Buhara, Semerkant, Talkan, Baykent gibi şehirlerde yerleşmiş yaşıyorlar, deri imal ediyor ve pamukdan kağıt üreterek bunları satıyor ve iyi de para kazanıyorlardı.. Bu üretimlerinin yanı sıra altın madenleri çalıştırıyorlardı..Özellikle adı zengin şehir manasına gelen, Semerkant’ın zenginliğinin o devirde dillere destan olduğu söylenir. Bu zenginlik öteden beri talancı Arapların iştahını kabartıyorduysa da, Türklerden çekiniyorlar ve araya sınır olarak koydukları Ceyhun nehrini geçmeye pek cesaret edemiyorlardı.. Çünkü daha önce Halife Osman zamanında, Muhammed bin Cerir komutasındaki Araplar İslam’ı yayma bahanesiyle oraları talan etmek için 2700 kişilik bir ordu ile Fergane’ye kadar girdiyse de Türkler tarafından yok edilmişlerdi.. Ancak daha sonraları Muaviye tarafından, Ceyhun nehrinin altında kalan Horasan’ın tamamıyla işgal edilmesi ile o bölgede ilk Araplaştırma ve İslamlaştırma girişimleri başlamış oldu..

Buhara''nın Talan Edilmesi

Horasan’ın kendileri tarafından tamamen işgal edilmesinden cesaret alan Araplar, Muaviye’nin ilk Horasan valisi olan, Ubeydullah bin Ziyad 673 yılında bu sefer ilkinden çok daha kalabalık 24.000 kişilik bir ordu ile Ceyhun nehrini geçerek Kibac Hatun yönetimindeki Buhara’yı kuşatır. Kibac Hatun diğer Türk beyliklerinden yardım isterse de bu yardım kendisine gelmez ve Araplar verdikleri kayıplardan dolayı Buhara’yı işgal edemezlerse de tam anlamıyla talan ederler.. Daha sonra, Muaviye’nin ikinci Horasan Valisi, Halife Osman’ın oğlu Said’de Buhara’ya saldırmaya hazırlanır. Kendisine diğer Türk Beyliklerinden yardım gelmeyeceğini anlayan Kibac Hatun, Said’le anlaşma yapmak zorunda kalır. Bu anlaşmaya göre, Kibac Hatun, Said’e diğer Türk Beyliklerine yapacağı saldırılarda önüne çıkmayacağına dair güvence ve bu güvencenin teminatı olarak da Buhara’daki Türk asilzadelerinden rehinler verir. ( Bu sayı kimi tarihçilere göre 50 kimine göre de 80’ dir. ) Bu anlaşmanın verdiği rahatlıkla Said, zenginliğini öteden beri duyduğu Semerkant’a saldırır.. Semerkant’ı baştan aşağı talan eder ve topladığı binlerce Türk gencini, köle pazarlarında satmak için Horasan’a getirir.. Said daha sonra Kibac Hatun’dan aldığı 80 kadar rehine tarafından bir punduna getirilmiş ve hançerlenerek öldürülmüştü....( Said’i öldürdükten sonra dağa kaçmayı başaran rehinlerin orada açlıktan öldüğü söylenir ) Said’den sonra, Horasan Valisi Salim bin Ziyad olur. Horasan’da Muaviye’nin oğlu Yezid’e bağlıdır.. Ziyad’da ayni şekilde 680 yılında Türkleri İslamlaştırmak ve şehirlerini talan etmek için saldırır fakat püskürtülerek geri çekilirler.. Bu sefer, kendi orduları Türkler tarafından talan edilerek silahları alınır.. Daha sonra Araplar daha güçlü bir orduyla tekrar saldırır ve Türkleri gene talan ederler. Bu talandan her Arap 2400 dirhem alır.. ( Bir kölenin satış fiyatı 300 ile 500 dirhem arasında olduğu düşünülürse, bu durumda aldıkları ganimet adam başına 7 veya 8 köleye eş değerdedir..)

Haccac ve Rutbil

İslam’da ilk asimilasyon 685 yılında Abdülmelik ile başlar.. Abdülmelik, etrafını İslamlaştırmaya adı İslam tarihine kan dökücü zalim olan Haccac’ı kendisine yardımcı seçerek başlar. Abdülmelik önce civar halkların dillerini Arapçalaştırdı.. Haraç karşılığı önceden bazı hakları kabul edilmiş olan gayri müslimlerin bütün haklarını geri aldı.. Bu arada Haccac’ı Irak genel valiliğine atadı.. Haccac’ın Irak’a genel vali atanmasından sonra Türklerin kaderinde ilk köklü değişikler başlamış oldu.. Haccac ilk olarak Ubeydullah ibni Ebi Bekri’yi Sicistan’a, Muhalleb ibni Ebi Sufra’yi da Horasan’a vali yapar.. O tarihte, Sicistan’ın Türk Hükümdarı Rutbil’dir ve Araplara vergi vermektedir.. Haccac, bununla yetinmez ve Ubeydullah’ı Rutbil’in üzerine göndererek ondan tam olarak teslim olmasını ister.. Rutbil önce bu teklifi kabul etmek istemez.. Bunun üzerine Ubeydullah Rutbil’in üzerine yürür. Rutbil 18 fersah geriye çekilerek Ubeydullah ve ordusunu kuşatma altına alır. Ubeydullah, Rutbil’den kurtulmak için 700.000 dirhem teklif ederse de Rutbil kabul etmeyerek Arap ordusunu büyük bir bozguna uğratır. Buna çok kızan Haccac 40.000 kişilik büyük bir ordu toparlayarak, Abdurrahman ibn Esas komutasında Rutbil’in üzerine gönderir.. Rutbil’i yenemiyeceğini anlayan Esas, bu sefer onunla anlaşır. Bu olay karşısında çılgına dönen Haccac, Esas’ı yakalatmak üzere bir birlik gönderirse de, Esas’ın ordusu bu birliği yenilgiye uğratır ve geri kalanları da Basra’ya kadar sürer. Ancak burada yenilen Esas’ın ordusu dağılır ve Esas Rutbil’e sığınır.. Bunun üzerine Haccac, Esas’ı kendisine vermesi için Rutbil’i tehdit eder.. Vermediği taktirde çok büyük bir ordu ile üzerine yürüyeceğini ve bütün Türk şehirlerini harap edeceğini, verirse de kendisinden 7 sene hiç vergi almayacağını söyler.. Türk şehirlerinin tekrar bir savaşa girmesini istemeyen Rutbil, 7 sene haraçtan muaf tutulacağını da düşünerek Haccac’ın bu teklifini kabul eder ve Esas ve yakınlarını Haccac’a teslim eder.. Ancak, Rutbil Haccac’a güvenmekle hata yaptığını daha sonra anlayacaktır.. Haccac Rutbil’den Esas’ı teslim aldıktan sonra derhal yeni bir ordu düzenleyerek 699 yılında Muhelleb bin Ebi Sufyan komutasında Türk şehirlerinin üzerine gönderir.. Hocente, Kes, Sogd ve Nesef’i ele geçirirsede Türkler direnirler.. Horasan valiliğine Muhelleb’in oğlu Yezid gelir.. Yezid ibni Muhelleb’de Türk şehirlerini talan eder.Yezid’in savaşçıları, Harzem’den ele geçirdiği Türkleri boyunlarına damga vurarak köle pazarlarında satarlar.. Bu tarihlerde, Araplar Türklerin yurtlarını devamlı olarak istila edip şehirlerini talan ettilersede kalıcı bir üstünlük sağlayamamışlar, elde ettikleri yerleri sonunda tekrar Türlere geri vermek zorunda kalmışlardı..

Kuteybe ibni Müslim

705 yılında Abdülmelik öldüğünde yerine oğlu Velid geçer. Ve Türk tarihini önemli şekilde etkileyecek olay, Kuteybe ibni Müslim’in Horasan’a vali atanması olur. Bu zamana kadar kalıcı bir başarı elde edemeyen Araplar onun zamanında Türk yurtlarında kalıcı başarılar elde etmişlerdir.

Türklerin gerçek anlamda kılıç zoru ile Müslümanlaştırılmaya başlamaları Kuteybe zamanında olmuştur. Vali olduğu andan itibaren, Türk Beyliklerinin toptan işgal edilerek İslamlaştırılması için çok güçlü bir ordu kurmaya başlar. Merv’de askerleri toplayarak,

" Allah kendi dininin aziz olmasi için size bu toprakları helal kıldı " der. Kuteybe ilk olarak Baykent’i kuşatır. Diğer Beyliklerden Türk Savaşçılar Baykent’in savunmasına yardıma gelirler. İki ay süren bir savaş olur. Kuteybe tam bir zafer kazanamazsa da, Türkleri haraca bağlayan bir anlaşma yapmaya zorlar. Şehir yıkımdan kurtulur ama, şehre giren Araplar anlaşmaya rağmen şehrin bir kısmını yağmalarlar ve şehirden ayrılırlarken arkalarında bir de askeri garnizon bırakırlar. Başlarına gelecekleri anlayan Türkler ayaklanmaya başlarlar ve kendi aralarında silahlanarak karşı bir mücahit birliği kurarlar, Baykent’de karışıklıklar başlar. Bunun üzerine Kuteybe Baykent’e tekrar gelerek ne kadar silahlanan Türk varsa hepsini öldürtür. Kadınları ve çocukları esir alır ve şehri tekrar baştan aşağı yağmalar..

Taberi’nin anlatımlarına göre, Kuteybe’nin aldığı ganimetlerin haddi hesabı yoktur. Taberi, bütün Horasan’ı işgal ettiklerinde dahi bu kadar ganimet toplayamadıklarını söyler.

Şehrin yağmasından sonra, daha önce Horasan’da Merv’e getirilmiş olan Arap aileleri, Merv’den getirilerek Baykent’e yerleştirilir. Muhafız birlikleri oluşturulur. Valilik den vergi tahsildarlığına kadar bütün denetim organları Araplar’dan oluşturulur. Türklerin Budist ve Zerdüşt inançlarını simgeleyen bütün heykeller toplatılır, taş olanlar kırılır, altın olanlar eritilerek ganimet olarak Araplar tarafından alınır. Bunlar, Enfal suresinde yazdığı gibi, sanki Araplara Allah’ın verdiği ganimetlerdir. Daha sonra esir edilen kadın ve çocuklar kocalarına ve babalarına geri satılır. Müslümanlar, Baykentli Türklerin neleri var neleri yoksa almışlar, şehrin onarımı da gene Türklere kalmıştır. Bundan sonra sıra gelir Buhara’nın tamamen işgal edilip Müslümanlaştırılmasına..

Buhara'nın Tekrar Kuşatılması ve İlk Türk Katliamı

Kuteybe Merv’de büyük bir hazırlık yapar.. Bu arada Vardana ve Buhara beylikleri arasında çatışmalar vardır.. Müslümanlara karşı mücadele etmek için bu çatışmalar derhal durdurulur ve Vardan Hudat, Kuteybe’ye karşı Türklerin başına geçer.. Kuteybe önce, Numiskent ve Ramitan’a saldırır ve buraları kolayca istila eder.. Demirkapı önlerinde Vardan’la çarpışırlar.. Vardan savaşı kaybeder ve Buhara’ya doğru çekilir.. Ancak Kuteybe’de, savaştan yorgun düştüğü için Buhara’yı alamadan Merv’e geri döner.. Haccac bunu başarısızlık olarak kabul eder ve, Buhara’yı mutlaka almasi için Kuteybe’ye emir verir..Kuteybe büyük bir hazırlık yaparak bir sene sonra tekrar Buhara’yı kuşatır.. Türkler direnir ve Kuteybe başarılı olamaz, ordusu dağılmaya başlar.. Bunun üzerine Kuteybe her bir Türk başı için askerlerine 100 dirhem vaad eder.. Para hırsı ile gayrete gelen Araplar, şehri istila ederler..Bütün direnen Türkler kılıçtan geçirilerek tam bir katliam yapılır, Araplar Türk kadınlarına tecavüz ederler, beğendikleri kadınları ya cariye olarak kullanmak yada köle pazarında satmak üzere alıkoyarlar.. Erkeklerden de binlerce kişiyi köle olarak satmak üzere beraberlerinde götürürler.. Araplardan oluşan yeni bir idari kurumlaşma yapılır.. Diğer beyliklerden tepkiler gelmeye başlayınca da, Buhara Melikesi Hatun’un oğlu Tuğ Sad kukla hükümdar yapılır.. Tuğ Sad tarihe hain bir işbirlikçi olarak geçer.. Daha sonrada Müslüman olarak oğluna da, efendisi Kuteybe’nin ismini vererek bağlılığını kanıtlar.. Etkili bir kolonizasyon yapmak isteyen Kuteybe bunun için öncelikle yerli halkı İslamlaştırmaya başlar.. Buhara halkı önceleri Müslüman olmuş gibi görünseler de bu dini kabul etmek istemezler..Kuteybe Türklerin aslında Müslüman olmadıklarını, evlerinde İslami kuralları tatbik etmediklerini anlar ve yeni bir yöntem geliştirir..Bu yönteme göre Türkler evlerini Araplarla paylaşmak zorunda bırakılırlar ve bu şekilde bire bir kontrol altına alınırlar.. İslami kurallara uymayanlar ise ağır cezalara uğratılırlar..

( Bugün, bazı İslami yazarlar bu getirilen tedbirlerin İslam''ın Türkler tarafından kabul edilmesinde çok yarar sağladığını açıkca ifade ederler..Bu yaklaşım da üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.. )

Kuteybe’nin bu zorlamaları karşısında, halkdan bazı direnişçiler çıkar.. Gizlice silahlanırlar..Bu durum karşısında Araplar camiye dahi silahsız gidemez olurlar..Kuteybe baskıları arttırır, kendi aralarında örgütleşen Türkleri yakalattırıp öldürtür.. Bu arada yeni vergi yasaları getirir.. Yerli halk, halifeye senede 200000 dirhem, Horasan valisi Haccac’a da 10000 dirhem vergi ödemeye mecbur bırakılır.. Bunun dışında Arap askerlerinin atlarına yem temin etmeye, oraya getirilip yerleştirilen Arap ailelerine odun temin etmeye ve onlara tahsis edilen arazilerde çalışmaya mecbur bırakılırlar.. Kadınlar, kızlar Araplara cariye yapılırlar.. Buhara Türkleri bu yıllarda dünyadaki çok az milletin yaşadığı vahşeti ve ızdırabı yaşar.. Kuteybe’nin getirip Türk evlerine yerleştirdiği Arap’lar, Türklerin o zamana kadar yaptıkları bütün birikimlerinin üzerine konarlar, Türklerin tarlalarını alır ve Türkleri o tarlalarda çalıştırırlar.. İste Tek din İslam oluncaya kadar savaşın diyen ayet, Arapları Türklerin sırtından geçimlerini sağlayacak ortamı yaratmıştır..Allah dini dedikleri İslam, Ahzab Suresi / 50 de olduğu gibi, savaşta gasp edilen Türk kızlarını da ganimet olarak görür, ve Araplara cariye olmalarını helal kılar..Cuma namazı zorunlu hale getirilir.. Genede Türkerden rağbet görmez. Bunun üzerine Kuteybe, namaza gelenlere 2 dirhem vaad ederek önce fakirler üzerinde İslamın etkili olmasını temine çalışır.. Bu uygulama nispeten başarılı olur.. Fakir halktan para için camiye gidenler olur..

1. Büyük Katliam - TALKAN KATLİAMI

Buhara’da olanlar diğer Türk Beyliklerinde de etkilerini gösterir.. Aynı şeylerin kendi başlarına geleceğinden korkmaktadırlar.. Sogd meliki Neyzek Tarhan şehrinin yıkıma uğramaması için Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır.. Bu anlaşmaya göre Tarhan haraç verecek ve tarafsız kalacaktır.. Ancak bu tarafsız kalmalar ve Türklerin birleşememeleri Arapların işlerini kolaylaştırmış ve Türk beyliklerini istedikleri gibi istila edip talan etmişlerdir.. İlk olarak saldırıya uğrayan Kibac Hatun’a diğer beyliklerden yardım gelmeyince, o yardımı esirgeyenler aynı akibete uğramışlardır.. Bu olaylarda Türklerin belli bir şekilde organize olamamaları da onların Araplar tarafından istila edilmelerini kolaylaştırmıştır.. Neyzek Tarhan daha sonra Kuteybe ile yaptiğı anlaşmada hatalı olduğunu ve bu anlaşmanın kendisine hiçbir güvence getirmeyeceği gibi diğer Türk Beylerine de ihanet etmiş olacağını anlar.. Tohoristan’a dönerek bütün Türk Beyliklerine birer mektup yazar ve onları ortak bir direnişe girmeleri için uyarmaya çalışır.. İlk olumlu yanıt Talkan meliki Sehrek’den gelir..Tarhan’ın planlarını öğrenen Kuteybe, buna karşılık Belh şehrinde hazırlık yaparak, baharda büyük bir ordu ile Talkan şehrine doğru yürür.. O ana kadar bir direniş hazırlığı yapamayan Talkan şehri meliki Sehrek, Kuteybe’nin gelişinden önce şehri terkeder.. Şehre hiç savaşmadan giren Kuteybe’nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen nekadar erkek varsa hepsini kılıçtan geçirirler.. Bu katliam o zamana kadar yapılanların en büyüğüdür.. Kuteybe bu katliamı diğer beyliklere ibret olması için yapar.. Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar.. Bu yolun 4 fersah ( 24 Km.) mesafelik bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur.. Talkan katliamı tarihe, Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir.. Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır.. bütün bunlar hep İslam adına yapılmıştır..

Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman’a girer.. erkeklerin pek çoğunu öldürterek, kadınlarını ve kızlarını cariye olarak alıkoyar.. Daha sonra Kes ve Nesef’de aynı şeyleri yapar.. Erkekler öldürülür, Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye olurlar.. Daha sonra Faryab’a yönelir ve Faryab’ın teslim olmasını ister.. Faryab halkı başlarına gelecekleri bildiklerinden teslim olmaya yanaşmazlar.. Erkekleri dövüşerek ölürler.. Bütün şehir yakılır.. Araplar bu şehre yakılmış şehir anlamında Muhtereka derler.. Kuteybe, Faryab’dan sonra, Tarhan’ın çekildiği kale Bazgis’i kuşatır.. 2 ay süreyle devamlı olarak buraya saldırır fakat bir sonuç elde edemez.. Bu arada kış yaklaşır..Kuteybe’nin kışın savaşacak gücü yoktur ancak, kale içindeki Türklerin de yiyecekleri bitmiştir.. Her iki tarafta savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür.. Kuteybe son olarak bir hileye baş vurur.. Tarhan’ın yanına Muhammed bin Selim adındaki adamını gönderir.. Muhammed ibni Selim Tarhan’ın teslim olması durumunda kendisine hiç bir şekilde zarar gelmeyeceği güvencesini verir.. Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Tarhan’ın Kuteybe’nin teklifini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi yoktur.. Komutanları ile görüşüp teklifi kabul ederler.. Silahlarını teslim ederek kaleden çıkarlar.. Tarhan kaleden çıkar çıkmaz yakalanır, etrafı hendek açılmış bir çadırda zincire vurulur..Kuteybe bu arada Tarhan’ı hemen öldürmez.. Haccac’a haber göndererek ne yapacağını sorar.. Haccac Tarhan için, “ O bir Müslüman düşmanıdır hiç aman vermeden öldür” der.. Kuteybe önce Tarhan’ın iki oğlunu, Tarhan’ın ve toplanan halkın gözü önünde öldürtür.. Arkasından 700 kadar Türk savaşçısının başlarını gene Tarhan’ın ve halkın gözü önünde kestirir.. Tarhan’ı da bizzat kendisi öldürür.. Bütün kesilen başlar Haccac’a gönderilir.

Tarhan’ın öldürülmesinden sonra, Kuteybe, Aral Gölü’nün altında bulunan Harzem bölgesine yürür.. Harzem’de Caygan ile Havarizat arasında taht kavgası vardır.. Kuteybe Caygan’la işbirliği yapar.. Önce Havarizat ile etrafındakileri öldürtür.. Arkasından Camhud melikini yenerek 4000 civarında esir alırlar.. Ancak, daha sonra bunlar Kuteybe’nin emri üzerine öldürülürler..

Bu olay, Ziya Kitapçı''nın, İslam Tarihi ve Türkler adlı kitabında aynen şöyle anlatılır ;

Bu harblerden birinde, et-Taberi''nin bütün tafsilatı ile anlattığına göre, bir defasında Abdurrahman b. Müslim, Kuteybe''ye, 4000 esirle gelmişti. Kuteybe, Abdurrahman''ın böyle kalabalık Türk esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana kurulmasını istedi. Tahtının üzerine mağruru bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına, bin tanesini soluna, bin tanesini arkasına ve bin tanesinide önüne dizilmelerini söylemiş ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını emretmiştir. Cebbar, zorba, insafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu harblerde öldürülen Türklerin haddi hesabı yoktu. Nitekim bu vahşetten adeta gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle haykırmıştır,

”Kazah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir hatırlayınız.

Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı. Binenlerde o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler.”

Harzem’de ayaklanan halk, Kuteybe ile işbirliği yaptığı için Caygan’ı öldürür..Bunun üzerine, Kuteybe bütün Harzem’i yakıp yıkar, halkı kılıçtan geçirir.. Harzemli ünlü Türk bilgini, Biruni Harzem’deki uygarlığın yok edilişini şu şekilde anlatır.. “Kuteybe, her çareye baş vurarak Harzemlilerin yazılı dilini bilenleri, geleneklerini koruyanlarını, bütün bilginleri öldürttü, böylece herşey karanlıklara gömüldü.. İslam Harzemlilerin içinde girerken, onların tarihi hakkında bilinenleri artık öğrenme olanağı bırakmadı..Harzem’i yıktıktan sonra Kuteybe, Semerkant üzerine yürür..Semerkant meliki Gurek üzerine gelen Müslümanlara karşı diğer Türk Beyliklerinden yardım ister.. Taşkent ve Fergane’den yardım gönderir, fakat gelen birlikler yolda Kuteybe’nin askerleri tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler..Semerkant, kuşatılır.. Araplar mancınık ateşi ile saldırırlar.. Daha fazla dayanamayacağını anlayan Gurek, Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır..Bu anlaşmaya göre,

1.Semerkant Araplara her sene 2.200.000 altın ödeyecektir..
2.Bir defaya mahsus olmak üzere 30.000 Türk gencini esir olarak verecektir..
3.Şehirde Cami yapılacaktır..
4.Şehirde eli silah tutan kimse dolaşmayacaktır..
5.Tapınak ve putlardaki tüm mücevherler Kuteybe’ye teslim edilecektir..

Daha sonra Kuteybe, altından yapılan putları erittirerek alır ve Merv’e geri döner.. Dönerken kardeşi Abdurrahman bin Muslim’i Semerkant’ın başına vali olarak bırakır..

Kuteybe’nin Merv’e dönüşünden sonra, Türkler kendi aralarında işgalci Müslümanlara karşı bir direniş birliği kurarlar.. Zaman zaman Ceyhun ırmağını geçerek Araplara pusu kurar ve ciddi zararlar verirler.. Haccac Kuteybe’ye Taşkent ve Fergana’yi işgal etmesi talimatını verir.. Kuteybe Taşkent’e gider fakat başarılı olamaz.. Bu arada Haccac ölür. Halife Velid, Kuteybe’ye Türklere karşı savaşları devam ettirmesini söyler.. Kuteybe bu sefer Kasgar’a doğru yola çıkar.. Tam Kasgar’ı kuşatacakken Halife Velid ölür, yerine Süleyman ibni Abdülmelik halife olur.. Bu yeni Halife ile arası hiç iyi olmayan Kuteybe Kasgar seferini yarıda bırakarak ona karşı ayaklanır, ancak kendi komutanları tarafından 11 yakını ile birlikte 716 senesinde kafası kesilerek öldürülür.. Çünkü Kuteybe’nin komutanları Halifeye karşı gelmek istememişlerdir..

2. Büyük Katliam - CURCAN KATLİAMI

Kuteybe ve Haccac’ın ölümü, Arapların Türkleri Müslümanlaştırmak ve Türk şehirlerini talan etmek politikalarında bir değişiklik yapmamıştır.. Öncelikle, Araplardaki Türklere karşı olan korku ortadan kalktığı için, Araplar, Kuteybe’den sonra da aynı şekilde Türk yurtlarına saldırılarını sürdürmeye devam etmişlerdir.. Kuteybe’nin öldüğü aynı yıl olan 716 da, Yezid ibni Muhelleb Horasan’a vali atanır.. İlk iş olarak Dağıstan’ı işgal eder.. Dağıstan meliki Saltekin, Yezit’e karşı uzun süre dayanır.. Sonunda Dağıstan düşer.. Şehir yağmalanır ve 14000 kişi öldürülür..Dağıstan’dan sonra Curcan’a yönelir.. Curcan 300.000 dirhem karşısında savaşmadan teslim olur.. Yezid, Curcan’a bir bölük asker yerleştirerek, Taberistan’ a doğru yola koyulur.. Taberistan Meliki, İsfehbed, Deylem melikinden 10000 kişilik bir yardım alarak savaşa başlar.. İsfehbed savaşırken, Curcan halkı da ayaklanarak Esed ibni Abdullah komutasındaki askerleri imha ederler.. Yezid öfkeye kapılır, Curcan’lı Türkleri yendiğinde kanlarından değirmen döndürüp ekmek yiyeceğine dair Allah’a yemin eder.. Askerlerini toplayarak Curcan üzerine yürür.. Curcan beyi, şehirden çıkarak Curcan kalesine çekilir. 7 ay süren savaştan sonra, kale düşer.. Curcan beyi öldürülür.. Kaledeki askerler esir alınır.. Araplar, daha sonra Curcan şehrine girerler.. Burada da aynı şekilde Kuteybe’nin yaptığı katliama benzer bir katliam yapılır.. Türkleri öldürerek, 4 fersah boyunca sağlı sollu ağaçlara astırır.. Allah’a verdiği sözü yerine getirmek için, esir aldığı binlerce Türk’ü, Enderiz vadisindeki nehrin kenarına sürükler, orada askerlerine korumasız Türkleri öldürtür.. Öldürülen Türklerin kanlarını nehire akıtır.. Nehrin suyuyla akan kanlardan, ilerideki değirmenden un ve ekmek yaptırarak yer ve Allah’a verdiği sözü yerine getirir.. Katliamdan geriye kalan kız ve kadınlardan beş de biri cariye olarak halifeye ayrıldıktan sonra, geriye kalanlar askerler arasında ganimet olarak paylaştırılır..

Kaynaklar Curcan katliamında Talkan katliamında olduğu gibi yaklaşık 40.000 Türk’ün öldürüldüğünü söylerler..

717 yılından sonraki zaman, Arapların kendi aralarındaki çatışmalarla geçer.. Buraya kadar dikkat ederseniz, ilk Arap saldırıları başladığında Kibac hatun diğer Türk Beyliklerinden yardım istediği halde istediği yardım kendisine verilmemişti.. Sonra o yardımı göndermeyenler, yardıma muhtaç duruma düştüler.. Bu olaylardan Türklerin daha o zaman da aralarında tam bir birlik ve beraberlik sağlayamamış olduklarını görüyoruz.. 717 yılında Ömer ibni Abdulaziz halife olur..İki yıl sonra hastalanır yerine, 719’da, Yezid ibni Abdülmelik geçer.. Yezid ibni Abdülmelik ile Yezid ibn Mehleb’in arası iyi değildir.. Yezid ibn Mehleb hapse attırılır ancak, Yezid ibni Mehleb hapisten kaçarak, Basra’da örgütlenir ve Yezid ibni Abdülmelik’e karşı ayaklanır.. 721’de Abbas ve Mesleme adında iki komutan önderliğinde kurulan hilafet ordusu Yezid ibni Mehleb ile savaşır.. Bu savaşta Abbas ve Yezit ibni Mehleb olur.. Yezit’in kafası kesilerek halife Yezit ibn Abdülmelik’e yollanır.. Mesleme, Mehleb’in yakını olan yaklaşık 300 kişinin daha kafasını kestirerek öldürtür. Yezid ibni Mehleb’in oğlu olan, Muaviye ibni Yezid’de elinde bulundurduğu 32 kadar Mesmele taraftarının kafasını kestirtir.. Aralarındaki savaş, Mehleb taraftarlarının tamamen yok edilmesi ile biter… Mesmele, Mehleb’den ele geçirdiği aralarında Türklerin de bulunduğu cariyeleri Cerrah ibni Hakem’e satar..Bu arada, Yezid ibni Mehleb’in yerine getirilen yeni Horasan Valisi, Cerrah ibni Abdullah, Türkmenistan’ın iç kısımlarına bazı saldırılar yaparsada başarılı olamaz..

Kuteybe’nin ölümüyle birlikte Türk topraklarına yapılan akınlar eskisi kadar başarılı olamamışlardır.. Bu dönemde İslam yayılmacılığı bir duraksama içine girer.. Halife II. Ömer ibn Abdülaziz, işgal altında bulunan yörelerdeki Arap egemenliğinin her geçen gün biraz daha zorlaşır bir hale gelmesinden dolayı bu bölgelerde yaşanan gerginliğin azaltılarak İslam’ın kuvvetlendirilmesine çalışır.. Kendisine bağlı yöneticilere, “ Bundan böyle Türk Beyliklerine saldırmayın, hakimiyetiniz altında bulunan bölgelerde gücünüzü arttırarak İslamı yaymaya çalışın” demiştir.. Ayrıca, II. Ömer, Müslüman olan halklardan cizye alınmamasını isterse de, Arapların gelirlerinde önemli ölçüde düşme olmasından dolayı bu karardan daha sonra, Türklerin Müslümanlıklarında samimi olmadıkları bahane edilerek vazgeçilmiştir.. Bu arada Horasan’da Cerrah ibni Abdullah, yerine Abdurrahman ibni Nuaym atanmıştır..

Hakan Sulu''nun Göktürk Boylarının Başına Geçmesi

Türkler, Arapların istilasına karşı direnişlerini Çin’den yardım isteyerek sürdürürler.. Daha önce Araplarla işbirliği içinde olan Tugsad da, 718 yılında Çin imparatorundan yardım ister.. Çin, Türklere yardım göndermez.. Turgis Kaani Sulu, Bati Göktürk Boylarının başına geçerek, 720 yılında Sogd’daki Türklerin Araplara karşı isyanını desteklemek için bir birlik gönderir.. Sulu’nun, Kur-Sul adındaki komutanı, Seyhun nehrini geçerek, Sogd’a gelir ve oradaki diğer Türklerle birleşerek, Semerkant’a doğru yürür.. Arap Valisi, Said ibni Haris, Türkleri durduramaz ve Semerkant’a çekilir.. Ancak Türkler Semerkant’ı kuşatamazlar.. Bu arada Said ibni Haris yerine 721 yılında Horasan’a Said ibni Harasi atanır.. 722’de Hisam Halife olur, Said ibni Harasi’yi görevden alarak yerine Müslim ibni Said’i atar.. Müslim ilk olarak Afşin’i haraca bağlar.. Seyhun’u geçerek bütün ekinleri ve ağaçları yakarak ilerler.. Bunun üzerine Turgis Hakanı Sulu, Müslim’in üzerine yürür.. Sulu’nun üzerine geldiğini ögrenen Müslim geri çekilmeye başlar.. Seyhun nehri yakınlarında, bir başka Türk birliği tarafından durdurulur.. Bir yandan yukardan Sulu’nun birlikleri ilerlediği için acele eden Müslim, zayiat vermesine rağmen, Seyhun nehrini geçerek Semerkant’a çekilir.. Bu yenilgi üzerine, Müslim görevden alınır, yerine Esed ibni Abdullah atanır..Esed ilk olarak Hoten şehrini ele geçirerek yağmalar.. Ancak, Turgis Hakanının Müslim’i kovalamasından cesaret alan halk Araplara karşı ayaklanır.. 726 yılında Turgis Hakanı Sulu kararlı bir şekilde Esed’in üzerine yürür.. Huttal’da çarpışırlar.. Esed, Sulu karşısında ağır bir mağlubiyet alır.. Bunun üzerine 727’de Esed’de görevden alınarak yerine Esres ibni Abdullah atanır..

Esres halk üzerinde baskı uygulayarak denetim kurabileceğini düşünürsede başarılı olamaz.. Bir kısım halk Müslüman olduklarını söyleyerek vergi vermek istemezler ve Turgis’lerden yardım isterler. Turgis Hakanı Sulu 728 yılında Buhara’yı zapteder.. Bu arada Esres’in yerine Cüneyt ibn Abdurrahman geçer..Araplar Semerkant’a çekilir..Hakan Sulu ve Kur-Sul idaresindeki Turgis kuvvetleri 729 yılında 58 gün süreyle Arapları Kemerce kalesinde kuşatma altında tutarlar.. Açlıktan ölme noktasına gelen Araplar Kemerce’den çıkarak teslim olurlar, yapılan anlaşma gereğince teslim olanlar Debusia’ya gönderilirler.. Daha sonra Hakan Sulu, Semerkant’ı kuşatır.. Semerkant’ın işgal komutanı Savra ibni Hurr, Cüneyd ibni Abdurrahman’dan yardım ister.. Cüneyd yardıma gelmeden Savra ve Hakan Sulu Semerkant yakınlarında savaşırlar.. Araplar savaşı kaybeder, Semerkant’ın Arap Karargah komutanı Savra bu savaşta ölür.. Halife Hisam, Kufe ve Basra’dan 20000 kişilik ek bir kuvveti Cüneyd ibni Abdurrahman’a gönderir.. Hakan Sulu 732’de Buhara’yı terk ederek çekilir.. 734’de Cüneyd ibni Abdurrahman ölür, yerine Asım ibni Abdullah geçer, bir yıl sonra onun da yerine Halid ibni Abdullah geçer..

Hakan Sulu''nun Ölümü ve Cuzcan Beyinin ihaneti

Hakan Sulu, 737 yılında Halid’in üzerine yürür.. Araplar zayiat vererek Ceyhun’un güneyine çekilir.. Türkler Ceyhun nehrini geçerek Arapları Belh’e kadar çekilmeye zorlar, ancak Cuzcan önderi, Arap’larla birleşerek Hakan Sulu’nun ülkesine çekilmesine sebep olur.. Göründüğü kadarı ile eğer Cuzcan önderi Araplarla işbirliği yapmamış olsaydı Hakan Sulu’nun ordusu muhtemelen Arapları Türk topraklarından temizleyecekti.. Hakan Sulu ülkesine döndükten sonra bir zamanlar Araplara karşı beraber savaştığı Kur-Sul tarafından şahsi nedenlerden dolayı öldürülür..

Bu gelişmenin birazda Çin tarafından tezgahlandığı, ve tarihte Çin’in Türk Beyliklerini birbirine düşürme siyaseti olarak görülür.. Hakan Sulu’nun ölmesi Araplar arasında sevinçle karşılanır.. Öyle ki Horasan Valisi Araplara Hakan’ın öldürülmesinden dolayı şükür orucu tutulmasını ister.. Haberi Halife Hisam’a ulaştırırsa da, Halife bu haberin doğruluğunu anlamak için güvendiği adamlarını yollayarak haberin doğruluğunu öğrenmelerini ister.. Hakan Sulu’nun öldürülmesinden sonra Türkler bir daha toparlanamazlar.. Arapların Türk yurtlarından temizlenmeleri ile ilgili umutları bir anda söner.. Öncelikle Dikhanlar denen yerel egemenlikler Araplara büyük tavizler verirler.. Müslümanlığı kabul eden kişilere büyük ekonomik çıkarlar sağlanır.. Cizye olarak alınan vergilerin miktarları düşürülerek önceki zorlamalara göre çok daha yumuşak bir sömürü politikası uygulanır.. Buraya kadar ki tarihte Türklerin zorla Müslümanlaştırılmalarına hizmet etmiş olan en önemli 2 isim, Arap Komutanı Kuteybe ve Hakan Sulu’nun tam önemli bir darbe indirmek üzereyken kendini Araplara satarak onlarla işbirliği içine giren hain Cuzcan Beyi’dir.. Kur-Sul’da, Turgis Hakanı Sulu’yu şahsi çıkarları uğruna öldürerek ister istemez Arapların korkulu rüyasını ortadan kaldırmış, Müslümanlığın Türk topraklarında daha rahat bir şekilde yayılmasına neden olmuştur..

Kur-Sul''un Ölümü ve Türk Ordularının Dağılması

Emevilerin son valisi, Nasır ibni Seyyar’ın valiliğe gelmesi ile birlikte Güney Türkistan’da Arap güçlerinde bir toparlanma başlar. Nasır, Arap hakimiyetinin yumuşak bir politika ile daha kolay bir şekilde yayılabileceği bilinci ile güçlü bir ordu kurarak Türk topraklarına yayılır. 739 yılında Araplar Semerkant’a tamamen yerleşirler.. Ancak, Seyhun nehrini geçmeye çalışırlarsada, Kur-Sul komutasındaki Türk ordusu tarafından durdurulurlar.. Sayı olarak Kur-Sul’un ordusundan daha kalabalık olmalarına rağmen, nehrin öte tarafına geçmeye cesaret edemezler.. Ancak bu arada Araplar için hiç beklemedikleri bir gelişme olur.. Araplara karşı saldırı düzenlemeyi planlayan ve bu nedenle nehrin etrafında keşif yapan Kur-Sul, Arap askerlerine yakalanır.. Nasır, Kur-Sul’u hemen öldürerek cesedini Türklerin görebileceği şekilde Seyhun nehrinin kenarına astırır.. Bu manzara çok geçmeden Türkler üzerinde beklenen etkiyi yapar ve Türk ordusu zaten sayıca üstün olan Araplar karşısında dağılır.. Taşkent ve Fergana da teslim olur.. Nasır,bundan sonra Arap hakimiyetini daha yumuşak politikalar uygulayarak sürdürür.. Yurtlarını terk ederek giden Türklerin geri dönmeleri halinde vergi borçları affedilir.. Halk içinden Müslüman olanlara bazı ekonomik ve sosyal çıkarlar sağlanarak, onların kendiliğinden Müslümanlığı seçmeleri teşvik edilir.. İslam’ın taraftar bulabilmesi için, gerek korkutarak, gerek teşvik ederek gereken her türlü tedbiri alınır.. Bu alınan tedbirler yavaş da olsa sonuç verir.. Türk topraklarındaki son Emevi Arap valisi Nasır ibni Seyyar Türklere İslam’ı kabul ettirtmeyi başarmıştır..

Bizi ilgilendiren tarih buraya kadardır. Bundan bir süre sonra Arap topraklarında, Emevi Hanedanının egemenliği son bulur ve Abbasilerin devri kendini gösterir.
749’da Abbasiler Emevi Hanedanını zorlamaya başlar. Arap topraklarında başlayan iç savaş, Emevilerin dışarı yayılmaları için gerekli olan kuvvetin bölünmesine yol açar.. Abbasilerle birlikte, Müslümanlaştırılan halklar üzerinde daha uyumlu, onların örf ve ananelerine uyan bir İslam uygulanır.. Emevilerden sonra İslamiyetin evrensel bir din olduğu şeklinde uygulamalar yapılarak İslam''ın daha geniş kitlelere yayılmasına özen gösterilir.. Bu şekilde önceleri Arap dini olarak kurulan din, giderek daha bir evrensel görünüm kazanır.

Bu arada Araplar arası çatışmalar da giderek şiddetlenir. Araplar arası kavgada azat edimiş köleler de belli bir önem kazanırlar..

Bu çatışmaların içinde olan Arap şefleri köleleri kendi taraflarına çekmek isterler.. Ancak, bütün Müslümanları eşit gören İslam karşısında kölelerin durumu belirsizdir.. Köleler eşitliği öngören İslam adına, Arap üstünlüğüne karşı çıkar.. Ali tarafı ve Peygamberin amcası Abbas’ın soyu, Emeviler tarafından kendilerinden hile ve zorbalıkla alınan iktidarlarının asıl sahipleri olarak görünmeleri, beraberinde bir takım siyasal sorunları da başlatır.. Bu arada, sınıfsal farklılıklar ve beraberinde yaşanan olumsuzlukların nedeni olarak, ezilen sınıf tarafından İslamın kendisi değil, Emevi hanedanın iktidarı sorumlu tutulur..

Müslüman Araplar Türklere Neden Saldırmıştır

Genelde, bu tarihi bilen İslami çevreler, Müslüman Arapların Türklere saldırmasını, onları İslam dinine davet etmek, gerekirse bu uğurda zor kullanarak, onları İslam''a boyun eğdirmeye zorlamak şeklinde yorumlarlar.. Ancak tek neden bu değildir..

Bu konu da ayrıca Zekeriya Kitapçı''nın Yeni İslam Tarihi ve Türkler adlı Kitabında anlatılmıştır.. Aşağıdaki pasaj, aynı kitaptan alınma bir bölümdür.

Değişen Arap Toplumunun Yeni Hayat Anlayışı

a-) Harbeden Askerlerin Servete Kavuşma İsteği

Arapları, Orta Asya’yı fethe zorlayan bir diğer faktörde harbeden askerlerin kısa zamanda büyük servet ve zenginliklere sahip olmaları idi. Değil daha sonraki devirler, ilk devirlerdeki fetih hareketlerinde bile sosyo-ekonomik nedenlerin çok önemli bir faktör olduğu ortaya çıkmaktadır. Genellikle Bedevi, çölde yaşayan, fakr-u zaruret içinde çok insafsız bir hayat mücadelesi içinde yoğrulan Araplar, daha İslam’ın ilk devirlerinde harbeden askerlerin verilen yüksek maaş ve ganimetler dolayısıyla kısa zamanda büyük bir servet ve zenginliğe kavuştuklarını görmüşlerdir. Mücahit gazilerin bundan sonraki yaşantıları ve hayat seviyeleri bir anda değişmiş ve harbe iştirak etmeyenlere nazaran çok daha iyi ve müreffeh bir hayat sürmeye başlamışlardır. Bu kabil Arap bedevilerinin o zamanki durumu, bugün Anadolu''nun iç kısımlarından kalkarak aynı sosyo-ekonomik nedenlerle çalışmak için Almanya''ya giden Türk köylüsünü ve onun sosyal hayatında da meydana gelen baş döndürücü değişiklikleri hatırlatmaktadır. Bunun içindir ki Arap kabileleri çeşitli cephelerde savaşmak için hata Hz. Ömer devrinde Medine''ye çok büyük kafileler halinde akın akın gelmeye başlamışlardır. Daha sonraları bunları Bedevi aileler takip etmiş ve dolayısıyla Arap yarımadasının dışına daha o devirlerden itibaren çok büyük bir Müslüman Arap göçü L. Caetani''nin ifadesiyle tarihte ilk defa Sami ırkının göçü başlamış oluyordu.

Tarihte belki ilk defa vaki olan bu Sami Arap göçü, Emeviler devrinde de bütün canlılığı ile devam etmiş, sadece İran''a değil, Türkistan''ın Buhara, Baykent, Semerkant gibi daha birçok büyük şehirlerine önemli ölçüda Arap aileleri yerleştirilmiştir. Özellikle Buhara''ya yerleştirilen bu kabil muhacir Arap aileleri o kadar çoktu ki, Kuteybe b. Müslim be yerleşik Arap nüfusu ve kesafetine dayanarak bu büyük Türk şehrini nerede ise kolonize etmeye kalkışmış ve bunda önemli ölçüde de muvaffak da olmuştur. Genellikle 25-50 bin arasında değişen ve aile efradıyla birlikte yapılan bu göçler, bir taraftan İran ve Türkistan''ın büyük şehirlerinin Arap nüfusuyla iskan edilmesine, diğer taraftan da siyasi Arap hakimiyetinin bölgede daha kolay bir şekilde yerleşmesine ve hatta İslam dininin gelişme ve yayılmasına da yardım etmiştir.

b-) Yaygın Geçim Sıkıntısı

Müslüman Arapları komşu ülkeleri ve bu arada Türkistan’ı fethetmeye zorlayan önemli sebeplerden bir diğeri de çok yaygın hale gelen geçim sıkıntısıdır..Nitekim, el-Mesudi''nin en güzel kitap olarak tavsif ettiği ve fetih hareketlerini çok daha objektif kriterler içinde ele alan ilk tarihçilerimizden Belazuri''nin Fütuhu''l Büldan adındaki kıymetli eserinde, Arapların geçim sıkıntısı yokluk ve mahrumiyetler içinde sürdürdükleri hayat mücadelesi nedeniyle komşu ülkeleri fethetmeye zorlandıkları ve bu ülkelerde çok büyük sayıda yerleştikleri hakkında sarih ifadeler vardır.

Taberi Anlatımları

Aşağıdaki pasajlar doğrudan Taberinin anlatımından alınmıştır.

Tarih-i Taberi / Cilt 3/(Syf-343)

Her kim Türk’lerden baş getirirse yüz dirhem vereceğim. İmdi müslümanlar bir bir Türk’lerin başını kesip getirip 100 dirhemi aldılar.Ve Türk’leri dağıtıp hesapsız kırdılar ve mübaleğa ile mal ve ganimet alıp yine dönüp Merv’e geldiler.

Yaz gelince Kuteybe Horasan şehirlerine nameler gönderip asker topladı. Sonra göçüp Talkan’a vardı. Şehrek ki Talkan meliki idi. Neyzekle müttefik idi. Kuteybe’nin geldiğini işitince kaçtı. Kuteybe Talkan’a girdiği vakit hükmetti ki ahalisini kılıçtan geçireler. Ne kadar kırabilirlerse kıralar. Bunun üzerine Kuteybe’nin askeri orada hesapsız adam öldürdü.

Rivayet ederler ki 4 fersenk yol iki taraftan muttasıl ceviz ağacı dallarına adamlar asılmış idi. Oradan göçtü. Mervalarüd’e kondu. Oradaki melik kaçtı. Kuteybe onun da iki oğlunu tuttukta kalan şehrin beyleri itaat edip istikbale geldiler.(Syf-344)

Kuteybe dedi: - Vallahi eğer benim ömrümden üç söz söyleyecek kadar zaman kalmış olsa bunu derim ki (Uktülühü uktülühü uktülühü). ( Hepsini öldürün, hepsini öldürün, hepsini öldürün )
Bunun üzerine Neyzek’i ve iki kardeşi oğulları ki biri Sol ve biri Osman’dır. Ve yine o kendisi ile mahsur olanların hepsini öldürdüler.hepsi 700 adam idi. Buyurdu başlarını kesip Haccac’a gönderdiler.(Syf-347)
Kuteybe deve palanı demek olur.(Syf-351)

Ganimet malının beşte birini Haccac’a gönderip Semerkant’ın fethini de ilan etti. Haccac da bu haberi işitip sevindi. Kuteybe tekrar Merv’e döndü. Kardeşi Abdullah’ı Semerkant’a emir yaptı. Askerlerinin bir miktarını onun yanında bıraktı ve lüzumu kadar harp aleti verip, Abdullah’a dedi: Kafirlerden hiç kimseyi Semerkant’a girmeye bırakma, ancak eline bir parça balçık ver ve o balçığın üzerine mühür vur.(Syf-353)

Kuteybe’nin Havarizem Şehrine Gitmesi Haberi

Havarizem melikinin adı Çaygan idi. Ondan küçük Havarizad adlı bir kardeşi vardı. Çaygan’ın üzerine galebe etmiş idi ve onun bütün işini tutmuş idi. İşitse ki Çaygan’ın eline güzel bir cariye girmiş, yahut bir nefis bir kumaş almış derhal adam gönderip aldırırdı. Yine işitse ki bir kişinin güzel kızı var yahut güzel bir avreti var derhal mecal vermez,çekip alırdı. Hiç kimse men edemezdi. Ve Çaygan’a ondan şikayet etseler ben ona bir şey diyemem, derdi. Çaygan da onun elinden bunalmış idi. Bu işi bu şekilde uzatınca Çaygan’ın tahammül etmeye takatı kalmadı. El altından Kuteybe’ye adam gönderdi. Havarizem şehirlerinden üç şehrin kilitlerini bile gönderdi.

Ve Kuteybe’ye dedi: Havarizem’e gelip kardeşimi öldürürsen her ne dilersen vereyim,dedi. Lakin bu haberi hiç kimseye bildirmedi. Bu haber Kuteybe’ye ulaşınca gaza vaktı idi. Kuteybe kavmine Segat gazasına varırız diye bildirdi. Çaygan’ın adamını geri gönderdi. Havarizad’e haber verdiler ki Kuteybe Segad’a gazaya gider. O da gayet sevindi. Ve kavmine bildirdi ki bu yıl cenkten eminsiniz,zira Kuteybe segad’a gidermiş. Ve bizde iş’e meşkul olalım dedi. Bilmedi ki Kuteybe kendi üzerine gelir. Bu esnada Kuteybe ansızın bin atlı ile Medinet-ül Fil ki Havarizem’in ulu ve muazzam şehridir. Zira Havarizem ülkesi üç şehirdir. Ondan ulusu yoktur. Kuteybe çıkıp geldi. Havarizem halkı Kuteybe’yi görüp korktular. Kuteybe doğru Çaygan’ın yanına geldi. Ve Havarizad’a haber verdiler ki ne gafil durursun işte Kuteybe erişip alemi fesada verdi. Havarizad anladı ki bu iş Çaygan’ın başı altındadır. Diledi ki Çaygan’ı öldüre.Lakin fırsat ve mecal bulamadı. İmdi hazır bulunan sipahi ile sürüp Medinetil Fil’e geldi. Çaygan o üç şehri Kuteybe’ye verip kendisi de Kuteybe’nin yanına geldi. Ve Havarizad şaşkına döndü. Nihayet Kuteybe’ye adam gönderip aman diledi.

Kuteybe dedi: Amanı kardeşinden dile eğer o aman verirse benden emin ol.Havarizad dedi: -İmdi bildim ki benim ölmem lazım. Zira benim kardeşime boyun eğmem ölmek demektir. Belki ölmek muti olmaktan iyidir, dedi. Bunun üzerine cenge koyuldu. Bir saat cenk edip sonunda tutuldu.Kuteybe’ye getirdiler. Kuteybe dedi: Kendini nasıl görürsün.

Havarizad dedi: -Ey emir, beni melamet etme ki ben kılıca eli onun için vurdum ki seninle benim aramda bir hüküm zahir ola. İmdi fırsat senin oldu,bana ne öğünmek gerek, ne dilersen et. Bunun üzerine Kuteybe buyurdu. Dışarı çıkıp boynunu vurdular. Çaygan dedi: -Ey emir, henüz gönlüm şifa bulmadı.
Kuteybe dedi: -Daha ne dilersin?

Çaygan Dedi: -Dilerim ki onunla bile olan kimselerin hepsini öldüresin.
Kuteybe dedi: -İmdi sen benim yanıma topla, ben öldüreyim. Çaygan da hepsini tutup getirdi. Kuteybe cümlesini öldürüp mallarını aldı. Çaygan şöyle şart etmiş idi ki: Bin baş esir ve nice bin kumaş vere. İmdi Kuteybe Medinetül File girip o malı Çaygan’dan aldı.

Çaygan Kuteybe’den yardım diledi. Zira Camhüd meliki daima gelip Çaygan ile cenk ederdi. Ve Çaygan’ı gayet incitirdi. Kuteybe Abdurrahman’ı ona yardıma gönderdi. Ve Abdurrahman varıp muharebe etti ve o meliki öldürdü. Çaygan o yerleri fethedip dört bin baş esir aldılar. Kuteybe buyurdu. Hepsini öldürdüler. (Syf-349-350)

-Şaş askeri bize gece baskın etmek dilermiş, imdi varın onların yolunda filan yerde pusuda durun.Ve onlar çıktığı vakit üzerlerine sürünüz. Ola ki bir fetih edesiniz, dedi. Muslih b.Müslim’i bunlara kumandan tayin etti. Muslih de gelip o 700 adamı üç bölük etti. Bir bölüğünü yolun sağ yanına, bir bölüğünü sol yanına koydu ve kendisi bir bölükle yolun üzerine durdu. Gece yarısı geçince Şaş askeri çıkıp geldiler. Muslih’i yol üzerinde görünce cenge meşgul oldular.Ve o iki bölük gaziler de iki taraftan hamle edip aç kurdun koyuna girdiği gibi kafirleri tarumar ettiler. Gazilerde Şübe adlı bir bahadır yiğit vardı. Kendisini Şaş güruhuna ve kalabalığına vurdu.Onların ortalarında bir melikzadeleri vardı.Yetişip Şübe onu kulağı tözünden kılıç ile çaldı. Öyle bir çaldıkı başı top gibi havaya uçtu. Şaş askeri bu heybeti gördüklerinde hepsi bozguna uğradılar. Müslümanlar ardına düşüp onları hesapsız kırdılar. Onlardan kurtulan pek az oldu. Ve onların ekserisi Melikzadeler idi. Ziynetli ve silahlı kimselerdi. Onların başlarını ve silahlarını ve elbiselerini hepsini aldılar geri dönüp Sürür ile Kuteybe’nin yanına geldiler. Ertesi gün Kuteybe hükmetti ki cenge atılalar.

Gavrek Kuteybe’ye adam gönderip dedi: -Bu ettiğin harbi öyle zannetme ki Arapların kuvveti ile edersin belki acemden benim kardeşlerimdir ki sana yardım edip cenk ederler. Yoksa harbe arapları gönder. Gör ki biz de neler ederiz,dedi. Kuteybe bu sözü işitip gazaba geldi ve münadilere çağırttı. Müslüman mübarizleri toplanıp kafirlerin üzerine yürüyüş ettiler ve buyurdu ki mancınık kurdular ve bir burcu döğe döğe yıktılar. Ve Müslümanlar o yıkılan yerden hücum ettikçe kafirlerden bir bahadır er gelip o gedikte durdu her kim ileri gelse mecal vermez öldürürdü. Müslümanlarda silahşörler çok idi. Kuteybe onları çağırtıp dedi ki: Sizden kim ki o şahsı ok ile vurursa ben ona on bin dirhem veririm. O silahşörlerden biri ileri yürüyüp ok ile o şahsı atıp gözünden vurdu ve ensesinden çıktı. Derhal düştü. O kişi Kuteybe’nin yanına gelip on bin dirhemi aldı.(Syf-351-352)

Bu 70 yıl süren Türk-arap savaşlarının en önemli noktaları ve sonuçları ;

1- 100.000'in üstünde Türk katledilmiştir.
2- 50.000'in üstünde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
3- Şehirler yağmalanmış , ganimet diye halkın herşeyi talan edilmiştir.
4- Tüm zenginlikler , tarihi eserler yokedilmiş , yakılmış , yıkılmıştır.
5- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan "Talkan Katliamında" 40.000 Türkün kesilerek
24 km yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır.( Tarihte örneği çok azdır.)
6- Aynı şekilde "Curcan Katliamında da esir alınan 40.000 Türk'ün nehir kenarında kafaları
kesilmiş , nehrin suyu kıpkızıl olmuş , cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
7- "Teslim olursanız canınız bağışlanacak" sözü hiç bir zaman yerine getirilmemiş ,
"Şeriat söz tanımaz" denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.
8- Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet elde etmişlerdir.
9- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
10-Bu tarihi gerçekler "islam etkilenmesin" düşüncesiyle gizlenmekte , bahsedilmemektedir.
Türkçü siyasetçiler dahi konuyu geçiştirmektedir. Bundan da Araplar nasiplenmektedir.

6 Kasım 2013 Çarşamba

-Hz.Muhammed'in Ölümüne Dair Neden Hiç Bilgi Yok?-

Bu konuda birkaç ayet var, hem onlardan örnekler verelim, hem de bu arada niye ölüm nedeni gizlenmek istenmiş; bunun da sebebini irdeleyelim.

a) "Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır. Allah'a ortak koşanlar hoşlanmasalar bile, o kendi dinini, bütün dinlere üstün kılmak için, peygamberini hidayetle ve hak dinle gönderendir." (410) Bu ayetlere göre Hz. Muhammed'e Kur'an geldikten sonra bu din hem nitel, hem de nicel olarak dünya hâkimi olmalıydı; ama maalesef böyle olmamıştır. Nerede bir İslam ülkesi varsa hep üçüncü dünya ülkeleri statüsündedir. Sayı olarak da Hıristiyanlık dünyada bir numaradır!

b) "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni duyur. Eğer bunu yapmazsan peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır." (411) Bu ayeti sunmaktan kastım son cümleciktir: Hani Allah seni insanlardan korur diyor. Fahrettin er-Razi bununla ilgili şu ilginç açıklamayı yapıyor. Eğer ayette geçen, "Allah seni insanlardan koruyacaktır" cümlesi ile Hz. Muhammed'in Uhud'da yüzünün yarılıp dişinin kırılması arasındaki çelişki nasıl giderilir diye bir soru sorulacak olsa, buna iki şekilde yanıt verilebilir diyor. Birincisi, ayetten maksat, insanlar ne yaparlarsa yapsınlar seni öldüremeyeceklerdir demektir; ancak öldürülme dışında, yaralama ve diğer tüm belaları senin başına getirebilirler diyor.

İkincisi ise, bu ayet/cümle Uhud harbinden sonra inmiştir. Dolayısıyla o zaman Allah henüz Muhammed'e koruma sözünü vermemişti diyor! Burada konuyu biraz açmakta fayda var. Yine Er-Razi'den özetleyeyim. Uhud harbinde Abdullah b. Kumey'e el-Harisi, Muhammed'in dişini kırıyor, ayrıca yüzünü de yaralıyor. Muhammed'in yanındaki koruması Mus'ab b. Umayr onu korumak isteyince, Abdullah onu öldürüyor. O zannediyor ki öldürülen Muhammed'in kendisidir. İşte bu olup bitenler bağlamında Al-i İmran suresinden bir ayet gelir/oluşur. (412) Onun bir yerinde şu cümlecik var: "Eğer Muhammed ölür veya öldürülse geri mi döneceksiniz/ İslamiyet’i terk mi edeceksiniz?" diyor.

Bu ayete göre eğer onun öldürülmesi mümkün olmasaydı bu ifade kullanılmazdı deniliyor. İşte burada Razi, o zaman Allah henüz Muhammed'e koruma sözünü vermemişti; daha sonra oluşan Maide 67. ayetiyle artık bu konuda söz veriyor: Ne yaparlarsa yapsınlar sana bir şey yapamayacaklar diyor. Burada ilginç bir olay var. Uhud harbinde Müslümanların sancağını alan Mus'ab b. Umeyr sağ kolunu kaybedince sancağı sol tarafına alır. Bu arada Muhammed'in yaralandığı, hatta vurulduğu haberi yayılınca bu adam, az önce ayet olarak verdiğim "Eğer Muhammed ölür veya öldürülse geri mi döneceksiniz?" sözünü söylüyor, tabii ki o aynı zamanda Muhammed'in yanındaydı ve onun korumasıydı. Yani Muhammed'in kendisi bu sözü duyuyor. İşte bundan sonra bu söz ayet olarak ortaya çıkıyor. Bunu, bu şekilde Suyuti kendi tefsirinde anlatıyor. (413) Çok zeki bildiğim er-Razi'nin bu açıklamasına gülmemek elde değil.

c) "Hani sen mü'minlere, "Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?' diyordun. Evet, sabrettiğiniz ve Allah'a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder." (414)

d) "Hani Rabbinizden yardım istiyor, yalvarıyordunuz. O da, "Ben size ard arda bin melekle yardım ediyorum' diye cevap vermişti? (415)
İşte ortalıkta bu gibi yardım ve garanti ayetleri var iken, buna rağmen Muhammed'in öldürüldüğü söylenirse o zaman ayetlerin bir anlamı kalmaz. O yüzden hep gizli tutulmak istenmiştir.

Hadislerden de bir örnek verelim.Hatırlanacağı gibi Hz. Muhammed bir savaş dönüşünde, "Ben silahımı ağaca asıp uzanmıştım/hatta uykuya dalmıştım. Düşman tarafından biri, elinde silahıyla meğerki yanıma gelip kılıcımı almış başımda duruyordu. Bana seslendi: Kim bugün seni elimden kurtarır diye! Ben de Allah dedim. Sonunda adam donakaldı, bana bir şey yapamadı ve bu olup bitenlere karşı teslim oldu" diyor. Bu, Buharı ve Müslim gibi kaynaklarda anlatılıyor. (416)
İşte az önceki ayetler gibi benzer hadisler de var iken, çelişki olmasın diye ölümü hakkındaki bilinmeyenler açıklanmamıştır. Bu konuda kanıt olarak daha fazla ayet ve hadis göstermek mümkün; ancak sanırım bu kadarıyla mesaj anlaşılıyor.

Dipnot:

410) Tevbe, 32.33.
411) Maide, 67.
412) Al-i İmran, 144.
413) Suyuti, Dürrü'l Mensur, Ali İmran, ayet,144.
414) Al-i İmran, 124-125.
415) Enfal, 9.
416) a- El'Lü'lüü ve-l Mercan, no: 1470.
b- Buhari, Megazi, Beni Müstalık gazası
c- Müslim, Fedail kısmında.


via Sorgulayan

-Kur'an'da Çelişki Var Mıdır?-

Eğer kur'an yaratanın sözlerini içeriyorsa asla ve katiyen içerisinde çelişki olmamalıdır. Hatta bırakın çelişkiyi okurken şüpheye bile düşürmemelidir. Bir bakalım bakalım kur'an'da çelişki var mı?


31 Ekim 2013 Perşembe

-Kur-an'ın Kitap Haline Dönüştürlmesi-

Bildiğiniz üzere arapça dünyanın en zor dillerinen biridir. Hem alfebe olarak farklıdır hemde yazım teknikleri olarakta çok zor ve karışık bir dildir. Hz.muhammed'e ilk vahiyi geldiğinde Muhammed okuma yazma bilmiyordu. Daha sonra öğrenip  öğrenmediğini de bilmiyoruz fakat üzerinde durmak istediğim konu şu: zamanla bütün bu vahiy parşömenlerini(ayetleri) kim nezaman ve nasıl bir araya getirerek kitap haline getirmiştir. Bu kişinin Hz.Ömer olduğu bilinir. Hz. Ömer bütün vahiyleri bir araya getirerek kur-an'ı kitap haline getirmiştir.
Fakat baştada söylediğim gibi arapça öyle karmaşık bir dildir ki tek bir noktanın bile yerini değiştirseniz cümle anlamı tamamen değişir. Dolayısıyla parça parça indirilen ve bir kısmı biyerde bir kısmı başka bir yerde indirilen vahiyleri biraraya getirip onları bir kitap haline getirmek için temize çekerken hiçbir yalnışlık yapılmadığını düşünmek mümkün değil. Hele ki günümüzde orjinal(ilk hali) bir kur-an bulmak bana göre imkansızdır. Bunu şöyle düşünün; yanyana 100 kişiyi dizin ve en baştaki kişinin kulağına bir cümle söyleyin sonra bu kişinin o cümleyi yanındaki kişinin kulağına söylemesini isteyin.. bu böyle sona kadar devam etsin sıra son kişiye geldiğinde bu cümleyi yüksek sesle söylemesini isteyin. Göreceksiniz ki sizin söylediğiniz cümleyle alakası yok. Dolayısıyla 1400 yıl önce dünyanın en karmaşık dillerinden biri olan arapça ile yazılmış bir kitabın orjinalini bulmak pekte mümkün değil. Hatta bu konuyla ilgili National Geographic'nin bir belgeselinden küçük bir kesit sunacağım. Vakit ayırıp izlerseniz bilimin sizlere ne kadar açık ve gerçeği gösteren bir ışık olduğunu görebilirsiniz.


16 Ekim 2013 Çarşamba

-Milgram Deneyi-



Sinirbilim Bilgileri

Yale Üniversitesi'nden psikolog Dr. Stanley Milgram tarafından yapılan bu deney, insanların ororiteye nasıl boyun eğdiklerini anlamak amacıyla 1961 senesinin Temmuz ayında yapılmıştır. Deneyin kilit noktası, deneklerin şahsi vicdanlarıyla çelişen unsurların varlığına karşı otoriteye nasıl boyun eğdiklerini gösterebilmektir. 


Deney, Kudüs'te görülen bir Nazi savaş suçlusu olan Adolf Eichmann'ın davasının başlangıcından 3 ay sonra yapılmıştır. Milgram'ın deneyine ilham veren soru şudur:

"Soykırımın sonuçları, Eichmann ve benzerleri tarafından da benimsenmekte miydi, yoksa bu kişiler, otoriteye boyun eğdikleri için mi soykırım yaptılar?"

Bir diğer deyişle Milgram'ın deneyi, kişilerin şahsi görüş, düşünce ve vicdanlarına rağmen otoritenin emirlerini yerine getirmeye olan yatkınlıklarını analiz etmek amacıyla yapılmıştır.

Deney içerisinde 3 kişi bulunmaktadır: denek (T ile gösterilmiştir), aktör (L ile gösterilmiştir) ve araştırmacı (E ile gösterilmiştir). Araştırmacı, otoriteyi temsil etmektedir ve emirleri veren taraftır. Denek, öğretmeni temsil etmektedir ve otoriteden gelen emirleri uygulayan konumundadır. Aktör ise öğrenci rolündedir ve öğretmenden gelen uyarılara maruz kalan taraftır. Burada, "aktör" denmektedir, çünkü esasında öğrenci konumunda olacak kişi, deneyi düzenleyen araştırmacı tarafından önceden bilgilendirilmiştir ve rol yapacaktır. Ancak bunu denek bilmez.

Deneyden önce, denek ve aktör olan kişiye, rollerini belirlemek üzere, sanki rastgele belirleniyormuş etkisi yaratmak için üzerinde roller yazılı iki kağıttan birini rastgele seçmeleri istenir. Esasında iki kağıtta da, "öğretmen" yazmaktadır, dolayısıyla denek olacak kişi kesinlikle öğretmen olacak, önceden ayarlanmış aktör ise öğrenci konumunda kalacaktır. Bundan sonra öğretmen ile öğrenci birbirinden ayrı odalara konur.

Öğretmen rolündeki deneğe, deney öncesinde bir şok verilir ve kendisi, deney sırasında öğrenciye şok verdiğinde öğrencinin deneyimleyeceği acıyı deneyimlemesi sağlanır. Sonrasında, kendisine birkaç çift kelime verilir ve öğrenciye bu kelimeleri öğretmesi istenir. Öncelikle, elindeki listedeki sözcükleri aktöre, yani öğrenciye okur. Sonrasında, bir kelime ve o kelimeyle eşleşebilecek 4 şık okur. Eğer ki öğrenci, hatalı şıkkı seçerse, öğretmenin kendi eliyle elektrik şoku vermesi gerekmektedir. Her bir hatalı cevaptan sonra elektrik şokunun şiddeti 15 volttan başlayarak, her sefer 15 volt arttırılacaktır. Eğer ki öğrenci doğru cevap verirse, öğretmen bir sonraki soruya geçecektir.

Denek konumunda olan ve öğretmen rolündeki şahıslar, öğrenci konumundaki aktörlerin gerçekten de şok aldığını sanmaktadırlar. Halbuki, herhangi bir şok uygulanmamaktadır. Aktörün bulunduğu ayrı odada bulunan bir ses kayıt cihazı sayesinde, her bir elektrik şoku seviyesi için ayrı bir ses verilir ve aktör, sanki gerçekten acı çekiyormuş gibi inler.

Deneyin can alıcı noktası burada başlar. Kimi denemede, aktör, rollerin belirlenmesi sırasında deneği, kendisinde bir kalp sorunu bulunduğuna ikna ederek duygusal bir koşul oluşturur. Kimi denemede ise bu yapılmamıştır. İki durumda da, her yanlış cevaptan sonra verilen şoktan ötürü aktörün verdiği tepkiler (bağırma, inleme, ağlama, vs.) artar ve bir noktadan sonra aktör, duvarlara vurarak acıyı iyice anlatmaya çalışır.

Denek konumunda olan öğretmen, eğer ki bunlara dayanamayarak deneyi durdurmak isterse, ona her talebinden sonra araştırmacı tarafından kendisine şu cümleler söylenir:

1. Lütfen devam edin.
2. Deney gereği devam etmeniz gerekmektedir.
3. Devam etmeniz gerçekten çok önemlidir.
4. Başka seçeneğiniz bulunmuyor, devam etmek zorundasınız.

Eğer ki 4 durdurma denemesi sonrasında, denek halen durdurmak isterse, deney gerçekten de durdurulur. Eğer ki otoritenin bu emirlerine boyun eğecek olursa, deney her yanlış cevapta 15 volt arttırılacak şekilde şokların denek tarafından, kendi elleriyle uygulanmasıyla devam eder.

Ayrıca deneyde, deneğin, aktörün durumuna yönelik sorularına karşı da ön cümleler belirlenmiştir. Örneğin, eğer ki denek, öğrencide kalıcı hasar olup olmayacağını soracak olursa, kendisine şu söylenir:

"Her ne kadar şoklar acı verici olsa da, kalıcı bir doku hasarı oluşturmayacaktır, lütfen devam edin."

Benzer şekilde, eğer ki aktör, içerideki odadan deneyin durdurulması için yalvaracak olursa ve denek de bunu bahane ederek deneyi durdurmak isterse, şu söylenmektedir:

"Öğrencinin hoşuna gitse de, gitmese de, her bir kelime çiftini öğrenene kadar devam etmek zorundasınız, dolayısıyla lütfen devam edin."

Eğer ki denek, bu emirlere boyun eğerek şok vermeyi sürdürürse, art arda 3 defa 450 voltluk şok verdikten sonra (ki bu, neredeyse kesin olarak her insanı öldürecektir), deney durdurulur.

Deneyden önce Milgram, insanların genel olarak kendileri böyle bir deneye tabi tutulsalardı, nasıl tepki vereceklerini anlamak için Yale Üniversitesi öğrencilerine ve akademisyenlerine bir dizi anket uygulamıştır. Anket uyguladığı kişilere, 450 voltluk maksimum şoku, böyle bir deneyde uygulama ihtimallerini 0'dan 4'e kadar 5 kademeli bir puan değeri üzerinden değerlendirmelerini istemiştir. Ankete katılan 100 öğrenciden hepsi 0 ile 3 arasında puanlar vermiş, genel ortalama ise 1.2 çıkmıştır. Yani neredeyse kimse, bu kadar yüksek bir dozu sadece emirler öyle söylüyor diye uygulamayacağını iddia etmiştir. Milgram, 40 psikiyatrist üzerinde yaptığı ankette de, bu araştırmacıların neredeyse tamamının 10. şoktan sonra deneyden kesinlikle vazgeçeceklerini ve bu kadar yüksek dozajda hiçbir otoriteye boyun eğmeyecekleri cevabını almıştır. Hatta psikiyatristler, kimsenin bu dozu vermeyi sürdürmeyeceğini ileri sürmüşlerdir.

Milgram'ın deney sonuçları ise tam tersi bir tablo göstermiştir. Her ne kadar hemen hepsi bundan rahatsızlık duyduğunu belirtse de, deneklerin %65'i, yani 40 denekten 26 tanesi emirlere uyarak 450 voltluk inanılmaz yüksek şiddetteki elektriği öğrenci konumundaki aktöre uygulamıştır. Deneklerin istisnasız her biri, sonuca ulaşmadan önce herhangi bir noktada deneyi durdurup ne yapılmak istendiğini sorgulamıştır. Hatta bazıları, deneyin durdurulması halinde kendilerine deneye katılmaları halinde ödenecek parayı iade edeceklerini söylemiştir. Deney boyunca denekler, birçok farklı stres ve korku tepkisi göstermiştir: terlemişlerdir, mırıldanmışlardır, kekelemişlerdir, dudaklarını ısırmışlardır, mızmızlanmışlardır, inlemişlerdir, tırnaklarını yemişlerdir ve hatta kimisi, gergin kahkahalar atmış ve hafif gerginlik nöbetleri geçirmiştir.

Milgram, bu deneyden yola çıkarak iki sonuca varmış, iki teori geliştirmiştir:

1. Törecilik Teorisi: Bir birey ve ait olduğu grupla ilgili bir teoridir. Eğer ki birey, karar alma konusunda uzman ve kabiliyetli değilse, karar vermeyi gruba ve hiyerarşik düzene bırakacaktır. Grup, bireyin davranışsal modeli olacaktır.

2. Aracılı Durum Teorisi: Boyun eğmenin ana unsuru, bireyin başkasının dileklerini yerine getirmesinden ötürü, kendini yaptığı davranışlardan sorumlu görmemesidir. Eğer ki biri bu görüşü benimseyecek olursa, boyunduruğun tüm gereklilikleri yerine getirilmiş olur.

Milgram deneyinin birçok benzeri farklı zamanlarda yapılmış ve benzer sonuçlar elde edilmiştir.

Umarız bir daha, bir başkasının emirlerine boyun eğerken, yaptığınız davranışların sonuçlarının nerelere gidebileceğini tekrar düşünürsünüz.

Hazırlayan: ÇMB (Evrim Ağacı)

Kaynaklar ve İleri Okuma:

http://evrimagaci.org/fotograf/73/3222/

-Din ile Bilim Çelişiyor Mu?-

-Din inanmaktır bilim ise şüphe etmek...

-Dinde masalsı mucizelerin hiçbirini sorgulayamazsın ama bilimde 
her görüş sorgulanıp görüşe kanıt aranır.

-Yıllar boyunca din yüzünden bilim engellenmiştir.En iyi örneğini şu an görüyoruz.Kendi inançlarına ters olduğu için bilmeden evrimi reddeden insanlar var.Din bilimin önündeki engelden başka bir şey değildir.

-Din yüzünden tarih boyu savaşlar çıkmıştır.Herkes kendi düşüncelerini savaşla yaymıştır.Oysa ben "Hayır Bigbang teorisi doğru seni gerizekalı ölmeyi hakediyorsun bilime karşı çıktın" deyip adam öldüren bilimadamı görmedim.

-Din hayalgücünü kısıtlayıp belli olaylarda kilitlenmeyi sağlar bilimse hayalgücünün anahtarıdır

-Dindeki en büyük ve neredeyse tek amaç ibadet etmektir bilimdeyse düşünmek.

-Dinde genellikle karşıt görüşlerin sonucunda savaş çıkar bilimde tezler sunularak en geçerli sonuç kabul edilir.

-Din insanları her zaman geriye itmiştir.Bilimse ileriye atılan adımlar bütünüdür.

-Dinde mantık aranmaz (ararsan dinden çıkarsın); bilimse mantığın dışında olan bir şeyi kabul etmez...

Sevgili teist kardeşim hala bilimle dinin çelişmediğini mi düşünüyorsun ?

-Köpekler Ezan Okunurken Neden Havlar?-

1) Türkiye’de yaşayan köpekler, tıpkı bizim gibi 5 vakit ezan sesine maruz kaldıklarından bunu bir şartlanma olarak düşünebiliriz.
Örnek olarak; Pavlov’un köpeğine bakalım.
Bildiğiniz gibi Pavlov’un köpeği bir süre sonra zile karşı (şartlı) koşullanma gösterip tepki vermeye başlamıştır. Ama şartlar konusunda henüz bir fikir belirtmedim.
2) Köpeklerin atasının kurtlar olduğunu biliyoruz.Kurtların ulumasının da bir çok sebebi olabilir.
Düşmanlara karşı uyarı vermek, tepki vermek.
Kendi grubunu uyarmak için veya duyduğu bir kurt ulumasına karşılık vermek için de uluduğunu biliyoruz.
Bu konuda daha fazla araştırma yapmak için;
http://www.nedirbilelim.com/dizin4/kurt-canis-lupus.html
http://www.veterinerx.com/havlama.htm
Bu linkere bakabilirsiniz.

Aynı şekilde köpekler bu ulumayı atalarından aldıkları mirasın bir parçası olarak imam hazretlerine sunuyor olabilir….
3) Bir ihtimal de şudur ki,
Gözlemleyebildiğim kadarıyla camiye yakın civarda ki köpekler uluyarak tepki gösterirler.
Köpeklerin hassas kulaklarına; sabahın sessizliğinde tecavüz eden imama karşı, köpekler rahatsızlıklarını bildiriyor olabilir.
Ve geldim 1.madde de belirtimediğim “şartlı koşullanmanın” şartınına.
Bu da kesinlikle bu maddedir.

Yani köpeklerin ulumasından bile kendi putlarına pay veya kanıt oluşturmaya çalışan müslümanlara söylenecek çok güzel bir deyim var “Bokunda boncuk aramak”

Hatta bu boncuklar, hadislerle veya rivayetlerle desteklenmiştir.
Hadis : Resulullah (sav)`ın şöyle söylediğini işittim: “Şeytan namaz için okunan ezanı işitince Ravha nam yere kadar gider.”
Hadis no :2435

Bunu gören köpeklerde havlamaya başlar-MIŞ.

Şarkı söyleyen köpekleri unutmayalım  ;
http://www.vidivodo.com/174244/sarki-soyleyen-kopek
http://www.youtube.com/watch?v=VazPNWhk3Xg

Mesela Pazar sabahı kilise çanlarına da aynı tepkiyi veriyorlar mı köpekler?… Bu konu ile ilgili videolar da var mı?…
Klise çanına havlayan köpek
http://www.youtube.com/watch?v=zJ-Wg_yikEw

Siren sesine havlayan köpek
http://www.youtube.com/watch?v=-UBVqmhbT50...feature%3Drelated

Ambulans sesine uluyan köpek
http://www.youtube.com/watch?v=TKvYlGSy2PE...feature%3Drelated

Siren sesine havlayan köpek – 2
http://www.youtube.com/watch?v=3e-UxfKI8Tk...feature%3Drelated

Cübbeli Ahmet Hoca’nın bu konuyu açıklayışı;
http://www.nartube.net/24e622c8c6:myWsPBqd-9w.html

Son olarak “bokunda boncuk arayan” diğer müslüman kardeşlerimizin ibretlik paylaşımları;

Aslan Allah diyor
http://www.youtube.com/watch?v=bigDIWEhtOs

Karga Allah diyor
http://www.youtube.com/watch?v=jFKS8IV5UEw...feature%3Drelated

İnek Allah diyor
http://www.youtube.com/watch?v=6ZXllNWYpqU...feature%3Drelated

Horoz Allah diyor
http://www.youtube.com/watch?v=dpEIKeL-3xw...feature%3Drelated

Sivrisinek Allah diyor
http://www.youtube.com/watch?v=0u2YzdRFbTE

Sonuç olarak, zayıf olan imanınızı bu tip saçmalıklarla desteklemeye çalışmayın. Komik oluyorsunuz.

Yazı http://ateistmedya.wordpress.com/ sitesinden alıntı yapılmıştır.

-Mars'ta Yaşam Projesi-

En genci 19 en yaşlısı 34 yaşında. Büyük bir kısmı öğrencilerden oluşuyor..


2022’de Mars’ta kurulması planlanan koloniye gitmek için başvuran 100 bin gönüllünün arasında biri kadın 11 de Türk var. Mars'a gönderilecek 40 kişi, gidip geri gelmemeyi kabul ediyor.Bugün Gazetesinin haberine göre Adayların hem yazılı açıklamayla kendilerini tanıtmaları hem de kısa bir videoyla neden böyle bir işe giriştiklerini anlatmaları isteniyor. 24 yaşındaki Fatih Çam başvurusuna, “Ben askerim, hayatta kalmayı bilirim” notu düşerken, 19 yaşındaki elektronik mühendisliği öğrencisi Deniz, maceradan hoşlandığını vurgulamış.Tek Türk kadın aday 34 yaşındaki Güler ise fizik eğitiminden sonra matematik doktorası yaptığını belirtiyor. Bilimsel araştırmadan hoşlandığını kaydeden Güler,Mars misyonunun başarıya ulaşacağına inancının altını çiziyor. 8 yıllık eğitimin ardından 2022 Eylül’ünde yola çıkması planlanan Mars yolcuları, 7 aylık seyahatin sonunda hedeflerine ulaşacak. Hiçbirisi geri dönmeyecek.100 bin başvurunun içinde ABD’den yapılan 30 bin başvuru var. Adayların seçiminden itibaren eğitimleri ve sonrasında Mars’a yapacakları seyahatin tümü TV’de yayınlanacak.

Danimarka merkezli şirket 6 milyar dolar topladıkları zaman hedeflerine ulaşacaklarına inanıyor. İkinci 40 kişi 2 yıl sonra yola çıkacak.30 yaşındaki Efe ise kendini bildiğinden beri öğrenci olduğunu belirterek, “Kabul şansımın çok zayıf olduğunu bilsem de birilerinin hayalinin gerçek olması için destek amacıyla başvurdum” notunu düşmüş. İngilizce öğretmeni 30 yaşındaki Anıl Volkan dünyayı biraz gezdiğinin altını çiziyor ve “uzaya giden ilk Türk olmak için” başvurduğunu belirtiyor.Kızıl Gezegen’de kurulması hedeflenen koloni için ilk etapta 40 kişinin gönderilmesi planlanıyor. Gönüllülük esasıyla koloniye yerleşimci arayan Danimarkalı Mars One şirketine bugüne kadar 100 bin kişi başvurdu. Ülkelerin refah düzeylerine göre her başvuru sahibinden 5 ila 73 dolar alınıyor. Amerikalılar 38, Afganlılar 5, Türkler ise 15 dolar veriyor.

Peki Mars'ta Ne Yeyip, Ne İçeceğiz?..

2030'lı yıllarda yapılması planlanan insanlı Mars yolculuğu için harekete geçen bir grup bilim adamı seyahatte ve Mars'ta kalınan sürede ne yenileceğini belirlemek için bir çalışma başlattı. Mars'a yapılması planlanan seyahat bilinmezlerle dolu. Ancak 2030'lı yıllarda bu seyahatin insanlı olarak gerçekleştirilmesi için çalışmalar başlatıldı. Öncelikli amaç bilinmeyenleri en aza indirgemek.Bu amaçla harekete geçen bilim adamları yolculuk için bir menü hazırlığına girişti bile. 6 ya da 8 kişilik bir astronot grubuna göre planlanan menünün yolcuları sağlıklı ve mutlu tutması amaçlanıyor.Kızıl gezegene yolculuğun 6 ay sürmesi planlanıyor. Astronotların Mars'ta ise 18 ay kalması bekleniyor. 6 ay da dönüş yolculuğu sürecek. Yani gidiş-dönüş-kalış süresi toplam 30 aya denk gelecek.İki buçuk yıllık bu yolculuğa göre uzay gemisinin buzdolabının doldurulması gerekiyor. Yani bir ailenin neredeyse 3 yıllık alışverişin uzay gemisine sıkıştırılması gerekiyor. Bu da pek mümkün değil. Araştırmayı yapan gruptan Maya Cooper "Mars farklı çünkü çok uzak" diyor. Lockheed Martin için çalışan Cooper "Bizim Uluslararası Uzay İstasyonu'na her altı ayda bir araçla erzak gönderilebilmesi gibi bir seçeneğimiz olmayacak" diye konuşuyor.

Mars'a gidecek astronotlara 100'e yakın çeşit sunulması planlanıyor. Ancak tüm bunların hazırlanması, dondurulması ya da kurutulması için en azından 2 yıl gerekiyor. Ayrıca bu yiyeceklerin seyahatten önce test edilmesi ve astronotlar tarafından onaylanması da söz konusu. Mars'ta çok düşük bir yerçekimi var. Bu durumun bile menüyü etkilemesi bekleniyor. Mars'a gidildikten sonra gemideki malzemelerle astronotların kendi yemeklerin pişirmesi de seçenekler arasında yer alıyor. Ancak Mars'taki koşulların örneğin su kaynatmaya izin verip vermeyeceğinin bile test edilmesi gerekiyor.Ayrıca Mars'ta oluşturulacak "yeşil ev"de astronotların kendi sebze ve meyvelerini de yetiştirmeleri olası. Bunun için toprak yerine mineral katkılı su kullanılması planlanıyor. Bu gerçekleştirilebilirse astronotlar taze yiyeceklerle de beslenebilecekler.

Mars'a gidecek astronotların fiziksel sağlıkları ve performanslarının görevleri boyunca iyi tutulabilmesi için kendilerine kalori ve mineral hakkında da bilgilendirme yapılacak. Menünün ayrıca astronotların psikolojik sağlıklarını da güvence altında tutması gerekiyor.Menüde süt ya da et ürünleri olmayacak. Çünkü Mars yolculuğu çok uzun ve bu yiyeceklerin korunması imkansız. Üstelik Mars görevi için bir ineği de yanlarında götürmelerine izin verilmeyecek.Vejetaryen diyet paketlerine belirli oranlarda protein eklenerek astronotların bu eksikleri giderilmeye çalışılacak. Menüde Tayland pizzası gibi peynir içermeyen ancak havuç, kırmızı biber, mantar gibi yiyeceklerle donatılmış seçenekler de olacak. Menüyle ilgili araştırmalar halen sürüyor. NASA'nın iyi yemek yapabilen bir astronotu kabin görevlileri arasına almasına kesin gözüyle bakılıyor.

15 Ekim 2013 Salı

-İnsanlık Tarihinde Kurban Ritüeli (Kurban Bayramı)-

Azıcık mantığınızı kullanmanız yeterli. Sizce Tanrı'nın(eğer varsa), sizin O'na ibadet ettiğinizi anlaması için kendi yarattığı bir canlıyı yine kendisine 'kurban' ettirmesine ihtiyacı var mı? Öncelikle bir Tanrı'ya ilk nezaman kurban verilmiştir bunu araştırmamız gerekir.

Insan kurban etme anlayışı ne yazıkki karşımıza şimdi yazacaklarım ile çıkmaktadır....Keltler arasında korkunç boyutta görülüyor..Kuzey Avrupa halklarının, bereket tanrısı ‘’Freyr’’ (kutsal hayvanı erkek domuzdur) için  yaptıkları törenler arasında , İnsan kurban etmekte vardır..Hint Avrupa halklarından Sogdlar da  insan kurban etmek için kabileler arasında yarışırlardı..Eski Yunan mitolojisinde ,’’toprak ana’’ Gaia’nin kendi çocuklarını öldürüp yemesi, Zeus’un oğlu Dionyus’un Titanlar tarafından öldürülüp yenmesi, Zeus’unda onun yüreğini yiyerek , yeni bir Dionyus yaratması ,insan kurban etme geleneğinin izleri sayılabilir...Ayrıca, Truva savaşları sırasında İphigenia ile Orestes’in tanrılara kurban sunulduğu görülüyor...İran’da maniciliğin (maniheizim yada manikeizim) evren günüşünde ‘’yaşam anası’’  adı verilen ilk insan , karanlık devler tarafından öldürülüp yutulması içinde aynı şey söylenebilir..Eski Hindu  dininde  pek çok  çocuk doğurup, sonra onları öldürerek yiyen  ‘’Tanrıça  Kali’’de bunun  gibi bir örnek teşkil edilir. İskitlerde insan kurban etme geleneğininin X.yy’a kadar İslavlar arasında yaygınlaşarak sürdüğü İbni Fadlan’ın kadınların kurban edilmeleriyle ilgili açıklamaları anlaşılmaktadır.....

İnsan kurban etme, Sami (Musevılerın ataları sayılır) toplulukları arasında büyük önem taşır..Kenan(İsrail) ülkesinde , bereketle ilgili olarak , doğanın çevrimini yöneten ‘’İlahlara insan kurban edilmişdir.. (İlah Kenan-Israil ilkesinde din adamları ,üstün bilge insanlar) Cahiliye devrinde (döneminde) Araplarıda  , tanrının öfkesini yatıştırmak için en değerli evlat olarak erkek çocuğu kurban olarak sunmuşlardır...İnsan kurban etme geleneğinin izleri Sami kökenli ‘’göksel ‘’ (Semavi) dinlerdede sürmüşdür....

Eski Hun’larda insan kurban etme geleneğinin varlığını düşündürecek olgulara rastlanmaktadır..Mesela eski Asya Hun’larında ‘’ölüyü izleme’’ (yakınlarının ölüyle birlikde gömülmesi)den söz eden  Çince belgeler bulunmuşdur..Bunların en sivrisi , Asya Hunlarına sığınan bir Çinli Komutanın kurban edildiğine ilişkin Çince bir belgedir...Bunlara ayrıca VI. yy’da yaşamış tarihçi Jordones’in Attila’nın ölümü dolayısıyla birçok  kişinin öldürülerek mezara gömüldüğünü belirtmesini ve Göktürk hanlarının mezarları başında düşman orduları komutanlarının  kurban edildiği savını eklemekde yarar var...

Çin komutanın ‘’kurban’’ edilmesi konusı ise ilginçdir. Çin komutan savaş sırasında, Hun’lara sığınınca ,Hun hükümdarı  Çin komutanı  toprak tanrısına ‘’kurban’’ olarak sunmuş..Bunun üzerine Hun hükümdarı Gök-Tanrıının azabından korttuğu için birde ‘’mabet’’ yeri yapmışdır. (Mabet ,ibadet evı)

Görüyoruz ki hangi inanış yada hangi ırk olursa olsun Tanrı'ya bir 'kurban etmek' durumu söz konusu. Fakat yazının başında da söylediğim gibi, sizce herhangi bir Tanrı'nın sizin ona inandığınızı ispatlamanız için yada istediğiniz bir şeyin yerine getirilmesi için (bknz.Dua) kendi yarattığı bir canlıyı, kendisine kurban etmenize ihtiyacı var mı? Bütün inanışlarda kurban etme ritüeli farklı yansıtılıyor çünkü her inanışın Tanrısı farklı. Fakat ister hayvan olsun ister insan olsun Tanrılara kurban edilerek hiçbir sorunun çözüldüğü, hiçbir ihtiyacın giderildiği görülmemiştir. (bknz.Apocalypto)

                                    Unutmayın! Tek İhtiyacınız Olan Şey Vicdanınız.




14 Ekim 2013 Pazartesi

-Yunan Mitolojisinde Kurban Bayramı-

Minotauros (Yunanca: Μινώταυρος): Yunan mitolojisinde yarı insan-yarı boğa yaratık. Özgün sözcük Minotauros'dur ve Yunanca "Minos’un Boğası" anlamına gelir. 
Girit adasında hüküm süren güçlü kral Minos, gücünü kanıtlamak için denizler tanrısı Poseidon’dan ona kurban etmek üzere bir boğa vermesini ister. Posedion boğayı Minos’a verir. Fakat hayvan, Minos’un hoşuna gider ve Minos, boğayı kurban etmez. Bunun yerine başka bir boğayı kurban eder. Poseidon bunu fark ettiğinde çok sinirlenir ve Minos’un karısını boğaya âşık eder. Minos’un karısı Pasiphae, boğayla çiftleşir ve boğa başlı, kuyruklu ama insan bedenli Minotauros doğar. Minotauros herkese zarar veren bir yaratıktır ve bunun üzerine mimar Daidalos’un yaptığı Labyrinthos adlı, içinden kimsenin çıkamayacağı yapıya kapatılır.'' Hikayenin devamı için belgeseli izleyebilirsiniz...

http://www.youtube.com/watch?v=9akFP5C1Lrw

-Kur'an'ın Korunması-

Kur-an'ın korunması olayını az çok hepiniz biliyorsunuz. Aynı zamanda Kur-an'ın Ömer tarafından yazıya döktürüldüğünü de bir çoğunuz biliyorsunuzdur. Peki Kur-an yazıya dökülürken ortaya çıkan muhalif görüşler hakkında bilginiz var mı?

Bunlardan ilki Ayşe'nin söylemleridir, Ayşe, günümüzde 73 ayet olan Azhab suresinin Muhammed döneminde 200 ayet kadar olduğunu ancak Ömer'in yazıya döktüğü Kur-an'da sadece 73 ayet bıraktığını kendi naklettiği hadisler arasında dile getirmiştir.

Aynı zamanda Muhammed'in en çok güvendiği ve en büyük hafızlarından birisi olan Ubeyd İbn-i Ka'b, Azhab suresinin Bakara suresi kadar olduğunu söylüyor ki Bakara suresi 286 ayettir. Hatta bununla da kalmıyor Ömer'in yazıya döktüğü Kur-an'a muhalefet olarak 116 sureden oluşan bir Kur-an'da kendisi yazıyor. 

Kur-an yazımları bununla da sınırlı değil. Yine Kur-an hafızlarından birisi olan İbn-i Mesud Mushafı'nın yazmış olduğu 112 sureden oluşan ve içerisinde Fellak ve Nas sureleri bulunmayan bir Kur-an daha mevcut. Yine bu Kur-an'da da ayetler farklılık gösteriyor.

Ancak bu Kur-an nüshaları kesinlikle müslüman aleminde dillendirilmez ve çoğu müslümanın da bunlardan haberi yoktur. Ayrıca işin ilginç tarafı Kur-an'ın "allah tarafından korunduğu"nu bildiren Hicr suresi 9. ayet bu iki nüshada da mevcut değildir...

13 Ekim 2013 Pazar

-Uzay Felaketleri Konusunda Bilmediklerimiz-

Uzaya çıkan ilk insan olan Yuri Gagarin eğitim sırasında MIG-15 tipi uçağının düşmesi sonucunda yaşamını yitirdi. Kazanın olduğu günle ilgili hava raporu eski olduğundan, alçak bulutlar konusunda bir uyarıda bulunulmamıştı.

• 24 Ekim 1960 tarihinde, Baykonur Uzay Merkezi’ndeki bir R-16 roketinin patlaması 200 kişinin ölümüne neden oldu. Bu olay Sovyetler Birliği’nin çöküşüne dek gizli tutuldu.

• Gagarin’in peşinden uzaya çıkması tasarlanan G.G. Nelyubov, içkiyi fazla kaçırdığı bir gece askeri devriyelerden biriyle dalaştı. Özür dilemeyi kabul etmeyince rütbesi düşürüldü ve resmi kozmonot ekibindeki fotoğrafı da boya tabancasıyla silindi.

• Nelyubov bu olaydan beş yıl sonra intihar etti.

• Vladimir M. Komarov, 1967 yılında, Soyuz 1 uzay gemisindeki paraşütlerin inişe geçiş sürecinde açılamaması yüzünden uzay uçuşu sırasında yaşamını yitiren ilk kişi oldu.

• Soyuz 11 ekibinin üç üyesi, 30 Haziran 1971’de, hatalı bir hava supabı nedeniyle boğuldu. Bugüne dek uzay boşluğunda ölenler yalnızca bu üç kişiden oluşuyor.

• O günden bu yana Soyuz programında tek ölümcül bir kazaya tanık olunmadı. Oysa, NASA’nın özgün uzay mekiği filosundan ikisi yok oldu ve sonuçta 14 kişi yaşamını yitirdi.

• NASA ülkesinde her yıl 2 Şubat’ta kutlanan Köstebek Günü’nün geçmesini bekleseydi belki de daha iyi olurdu. Çünkü Apollo1 yangını (27 Ocak 1967), Challenger uzay mekiğindeki patlama (28 Ocak 1986) ve Columbia uzay mekiğinin parçalanması (1 Şubat 2003) hep aynı haftaya denk gelen olaylardı.

• Gus Grissom, 1961 yılında, Liberty Bell 7 adlı uzay gemisinin Pasifik Okyanusu’na iniş yaparken batması sonucunda boğularak ölmekten kıl payı kurtuldu.

• Grissom, bu olaydan altı yıl sonra, Ed White ve Roger Chaffee ile birlikte Apollo 1 fırlatma rampasında meydana gelen yangında yaşamını yitirdi.

• 125 milyon dolarlık Mars İklim Yörünge Aracı, Kaliforniya’daki Jet Propulsion Laboratory adlı uzay araştırma merkezinin metrik sistemi esas almasına karşın Lockheed Martin’deki mühendislerin ayak ve libreyi esas almaları yüzünden, Kızıl Gezegen’in üzerinde parçalandı.

• 1975 yılında Apollo-Soyuz ekibinin yarısı, pilot Vance Brand’ın aracın itiş motorlarını yeniden devinime geçirememesi yüzünden, azot tetraksid adlı zehirli yakıttan boğularak yaşamını yitirdi.

• Challenger felaketinden önce, NASA yetkilileri uzay mekiği kazasının meydana gelme olasılığının 100,000’de 1 olduğunu öne sürmüşlerdi. Richard Feynman ise riskin 100’de 1 olduğunu ortaya koydu.

• Columbia’daki uzay adamlarının yedisi de yaşamını yitirdi ama sıfır yerçekiminin dirimsel açıdan incelenmesi amacıyla teneke kutulara yerleştirilip yeryüzüne getirilen yüzlerce kancalı kurt yaşamını sürdürebildi.

• Çok yaygın bir söylentiye bakılırsa, 1960 yılında astronot bir çift uzayda 10 farklı cinsel birleşme biçimini denedi ve 6 biçimin elastik bir kuşak, şişme bir tünel, ya da üçüncü bir kişi olmadan uygulanamayacağına tanık oldu.

• NASA söz konusu uzay uçuşuna yalnızca erkeklerin katıldığına dikkat çekerek bu öykünün doğru olamayacağını savundu.

• Uluslararası Uzay İstasyonu uzaydaki yörüngesinde insan yapımı 11.000 parça döküntü arasında saatte yaklaşık 28.000 kilometrelik bir hızla dönüyor.

Rita Urgan Discover

-Kaos Teorisi-



İnsan bilgisizliğinden dolayı merak eder, en temel ihtiyaçlarından biridir merak; ayrıca zayıflığından dolayı da güçlenmek, çevresine hakim olmak, biçim vermek ister. Özellikle batı toplumlarındaki bu güçlenmeci, hakimolucu, kullanıcı ve tüketici tutum; çevresiyle uyum içinde yaşayan pasif toplumları yutmuş ve dünyanın şu anki tablosunu ortaya çıkarmış görünüyor.
Kaos Teorisinde “kelebek etkisi” diye bilinen o meşhur söylem “Brezilya’daki bir kelebeğin kanat çırpması, Teksas’ta fırtına kopmasına sebep olabilir” der.1 Artık açıkça kabul ediliyor ki Çin’deki zararlı bir gaz salınımı Türkiye’deki kuraklığın sebebi olabilirken, Fransız denizi açıklarındaki nükleer bir deney, kutuplardaki buzulları ve dolayısıyla tüm dünya iklimini olumsuz etkileyebiliyor. Yeryüzü kaynakların yeterli olduğu söylense de bencil ülkelerin ulusal çıkarları yüzünden yeterli düzeyde uluslararası uzlaşma ortamı sağlanamadı. Astronomlar yakınlarda yerleşime uygun taze bir gezegenin olmadığını söylüyor. Özetle bu gezegene sıkışmış durumdayız ve dengesiz bir şekilde küreselleştiğimiz de açık.
Biliminsanları yakın gelecekteki küresel doğa olayları hakkında karamsar görüşlere sahip. İnsanoğlu tarih boyunca hiç bu kadar kalabalık, dolayısıyla tüketici ve kirletici olmamıştı. Peki yüksek teknolojimiz, bu güne değin edindiğimiz kütüphaneler dolusu bilgi bizi kurtarmaya yetecek mi?
Filzoflar ve biliminsanları gelecekteki olası karmaşa ortamı için “kaos” tabirini kullanıyorlar. Peki biz kaosa hazır mıyız? Yoksa kaos her yerde vardı da biz mi yeni görmeye başladık? Bu yazıda pratik kaos kavramından günümüzdeki kaos teorisi anlayışına bir yolcululuk yapıp prensiplerini belirlemeye çalışacağız.
Theogonia – Tanrıların Doğuşu
MÖ 600′lü yıllarda antikçağ ozanı Heseidos Tanrıların yaratılışı (Theogonia) adlı eserine şöyle başlar “Doğrusu, başlangıçta Khaos (kaos) vardı, sonra da ondan Gaia (geniş göğüslü yer, doğurucu ilke) ve Eros (doğurtucu erkek ilke) doğdu. Ardından Gaia, Uranos’u (yıldızlı göğü) doğurdu, kendisine eşit ve kendisini tamamen kaplayacak biçimde, ardından dağları, sonra da Pontos’u (denizi)…”2
kaos (chaos): Yunancada bir şeyi doğurmak üzere esneyip yarılmak açılmak olan “khasko” fiilinden türemiş. Khaos, boşluk, açıklık ve esneyen yarık anlamlarına da gelir(2). Sözcük genel anlamıyla günümüzde: evrenin düzenden önceki karmaşık, şekilsiz, ayrışmamış, anlaşılmayan ve kontrol edilemeyen hâli olarak anlaşılıyor.3
kozmos (cosmos): Düzenlemek, ayarlamak anlamına gelen “kosmeo” fiilinden türemiş. Oysa, Yunanlılar için kosmosun ilk anlamı sadece düzen değil, yüksek dinsel saygınlık, onur, yücelik, devlet düzeni, süsleme anlamlarını da içerir. Günümüzde ise sözcük, bilinen ve yerleşilen dünya, yaşadığımız evren olarak da kullanılmaktadır; ancak evrenin bir kosmos olduğu ana düşüncesine Anaximandros, Anaksimenes gibi doğa filozoflarında da rastlanır. Pythagoras’a göre de evren, bir kosmostu; çünkü matemetiksel bir “harmonia”sı uyumu vardı.2
Günümüzde “kaos”, sadece “karmaşa” anlamında kullanılmaz. Kaos Teorisine göre kaotik sistemler kendine has bir düzene sahiptir ve bazı durumlarda dış etkilere karşı kararlı bir tutum sergilediği görülür. Buna en güzel örnek: Jüpiter’in üzerindeki büyük kırmız leke görünümlü dev fırtınadır, leke kaotik-fraktal yapıdadır ve gözlem yaptığımız üç yüz seneyi aşkın bir zamandır gözlerimizin önünde kendince kararlı yapısını korumaktadır.

Kaos fikrinin antik çağdan sonra tekrar gün ışığına çıkıp Kaos Teorisine dönüşmesi biraz yavaş oldu. Çünkü insanoğlu doğayı doğrusal formüllerle modellemeye yeni yeni alışmıştı. Aristoteles Mekaniğinin yerini, Gelileo’nun açtığı yolda ilerleyen Newton Mekaniği almıştı. Fakat bu mekaniğin de eksikleri vardı. Şimdi de dikkatimizi Newton determinizminin temelindeki soruya yöneltelim:
“Neden?” sorusu…
“Ne?” sorusu ile olguları tanımlayan, “Kim?”sorusu ile kendini keşfeden insan “Neden?” sorusu ile de iç ve dış dünyasını ilişkilendirmeye başlamıştı: Neden yeryüzü böyle, neden gökyüzü öyle, neden bunlar şöyle, diyen, bazen çocukça, bazen de cüretkârca sorular sormuştur. Tutucu toplumlar tarafından hoş karşılanmasa da “Neden?” sorusu kendini sorduracak bir beden mutlaka bulmuştur. Bilimin temeli “neden”dir. “Neden” sebep-sonuç, teori-olgu, arasındaki bağıntıya bakar ve bu ilişkiyi sorgular.

Nedensellik ise neden sorusunun cevaplarının üzerine oturmuş bir anlayıştır. Nedenselliğin çağlar boyunca çeşitli yorumları oldu, Fransız aydınlanmasından sonra bilimin en temel anlayışı nedensellikti. Newton mekaniğini sarsılmaz sayıldığı günlerde evrendeki sebep sonuç ilişkisini mutlak kuralları bulundu zannediliyordu. Örneğin …1682, 1758, 1835, 1910, 1986 yıllarında görülen Halley kuyruklu yıdızı 2061′de tekrar görüleceğinden, astronom Edmond Halley’in ve arkadaşı Newton’nun mekaniği sayesinde kesin olarak emindik. Artık o kadar da emin değiliz. Çünkü Hume var, Kant var, kuantum mekaniği, belirsizlik ilkesi, nedensellik (determinizm) var ve Kaos Terosi var…
Nedensellik İlkesi
Klasik fizikte teori-olgu arasındaki bağlantıyı sağlayan tek bir ussal çizgi olduğu düşünülüyordu. 1925′lerden sonra atomaltı evreni (mikrokozmosu) araştıran kuantum fiziği bu eşbiçimlilik düşencesinin bire-bir olmadığını tersinine bire-çok olduğunu göstermiştir.4
Yol Zaman İvme
Fizik sınavlarındaki baş belamız, günlük hayatta hâlâ geçerli olan, klasik mekanikteki şu doğa yasasına bakalım yol = (1/2) x ivme x zaman2 (yani yol, ivme ile zamanın karesinin çarpımının yarısına eşittir). Bir cismin harekete başladığı an biliniyorsa bu cismin daha sonraki zaman diliminde ne kadar yol alacağı bu yasaya dayandırılarak kestirilebilir. Bu yasa şimdi ve gelecekte de geçerli sayılır. Hume‘a (1711-1766) göre bu yasaları kabul ederek elde ettiğimiz tüm sonuçlar sadece şimdiye ve geçmişe aittir, der. Biz geçmişe bakarak bu yasaların geleceği de kapsadığını hangi hakla söylüyoruz? diye de sorar. Pratik gözlem ve deney böyle bir kabule başvurmaya yeterli mi? Burada eldeki verilerden çok, salt mantıktan hareket edilmektedir. Hume için bu bir “karıştırmadır”; çünkü doğa yasalarının geçmiş, şimdi ve gelecek için daima geçerliliği, sürekliliği ve sabitliği asla birer mantık kavramı değildir. Yani, doğa yasaları deneysel (ampirik, empirik) yoldan sağlanmış olgular değildir. Yaptığımız belli bir bakışla bu yasaları doğaya taşımak ve yerleştirmektir. Fakat doğanın bizim ona yüklediğimiz ve adına “fizik yasaları” dediğimiz düzeneğinden farklı bir işleyişi olamaz mı?4
Kant (1724-1804), “beni dogmatik uykumdan uyandırdı” dediği Hume’un bu nedensellik eleştrisinden etkilenmekle birlikte, salt deneysel ve psikolojik açıdan yapılan bu eleştiriyi doyurucu bulmaz; çünkü biz, gündelik yaşam deneyimlerimize uzak kalan yasalara da yöneliriz. Örneğin yıldız kümelerinin dönüşlerini ya da elektronun yörüngelerini belirleyen yasaları da araştırırız. Gerçekten rasyonalist (usçu, akılcı) Kant, yasaların deneyden çıkmadıkları ve varoluşlarını deneyin de mantığın da garanti etmediği konusunda empirist (deneyci, ampirist) Huma’a katılır. Ama Kant şunu kabul eder: Biz, bilincimize dolan karmakarışık algı malzemesini birbirlerine “zorunlu” olduklarını düşünürüz. Yani her olayın nedensel bir açıklaması vardır; öyle ki herhangi bir olayın daha önceki olaylardan genel bir kurala göre işlediğini düşünmek gerekir. Ama bu ilke, olaylar hakkındaki tasarıların bize, Hume’da olduğu gibi öznel (subjektif) değil, nesnel (objektif) olarak verilmiştir. Hume’un tersine Kant “Geçmişteki düşme hareketinden bir mekanik yasaya ulaşmışsak, bu yasanın gelecek için de geçerli olacağını bilme hakkına sahip oluruz; çünkü yasa nedensellik ilkesinin apriori (deneyden önce) geçerliliğinin sadece özel bir hâlidir. Tüm olayların zorunlu olarak sabit kurallara ve yasalara göre oluştuğunu düşünmek gerekir.” demiştir.5
Uygulamaya baktığımızda biliminsanlarının, nedenselliğin rasyonalist “her şeyin bir nedeni vardır, hiçbir şey nedensiz var olamaz veya yok olamaz, aynı neden daima aynı sonucu verir” yargılarına sadık kaldığı görülür. Kant nedenselliğin kaynağını aklımızda bulup onu evreni bilme biçimlerimizden biri olarak konumlarken, biliminsanları, nedenselliği doğrudan doğanın kendisinde olan ilke gibi yorumlamışlardır ki biz bu yoruma “determinizm” diyoruz. Determinizm buna göre, doğadaki her şeyin birbirine zincirleme ve zorunlu bağlı olduğu mekanik evren tasarımını kabul eder. Newton mekaniğinin başarıları da ayrıca bu inancı pekiştirmiştir. Peki bu mekaniğin hiç mi kusuru yoktu?
Kaos Düşüncesine Geri Dönüş
Newton‘nun 1687′de yayımlanan “Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri”6 adlı eserine göre doğa doğrusal, lineer, determinist ve neden-sonuç ilişkilerine göre incelenir. Eğer uzayda sadece ay ve dünya olsaydı. Bu cisimlerin hareketlerini sonuza dek öngörebilirdik. Şu an bile bunları öngörebildiğimizi sanıyoruz. Ay hep aynı yörüngede dönecek ve güneş sanki hep doğudan doğacak gibi geliyor…
1889′da astronomide “üç cisim problemi” diye adlandırılan popüler bir soru ortaya atıldı. Acaba güneş sistemi gerçekten kararlı mıydı? Norveç Kralı bunu ispatlayana ödül vereceğini açıkladı. Ünlü Fransız matematikçi Henri Poincaré güneş sisteminin çözümünün başlangıç koşullarına hassas bağımlı olduğunu ve haliyle evrenin başlangıç koşullarını bilemeyeceğimizden güneş sisteminin de kararlı olup olmadığının asla öngörülemeyeceğini ispatladı ve teknik anlamda ilk defa “kaos” terimini kullandı. Poincaré problemi çözemedi; ama çözülemezliğini göstermesi bile ödülü almasına yetti.7 Cisim sayısı ikiden fazla olunca öngörülemezlik meydana geliyordu yani güneş sisteminin başına ne geleceği belirsizdi. Ve sonsuza yakın sayıda cisimle dolu olan evrenin kaotik durumu ise akıl almaz boyutlarda olacağı ortadaydı.
1889′dan sonra kaos fikri tekar gündemden düştü; çünkü pozitivist bilim dikkatini atomun yapısına yöneltmişti. Dünya savaşları süresince insan kendini daha güçlü yapacağına inandığı silah endüstrisine yöneltmişti. Kuantum mekaniğideki gelişmeler atom bombasının keşfine yol açtı, atomaltı fizik, çağın tek hakimiydi; ancak atomaltı dünya da determinizme aykırı belirsiz durumlar söz konusuydu. Determinist bir inançla “tanrı zar atmaz” diyen Görecelik (görelilik, izafiyet, bağıllık, röletivite) Kuramının babası Enistein (Aynştayn); kuantum teorisini kurucularından Heisenberg‘in Belirsizilik İlkesine8 şiddetle karşı çıksa da belirsizlik prensibi, atomaltı kuantum evreninde (mikrokozmos’ta) hâlâ geçerliliğini sürdürmektedir; fakat atomüstü evrende (makrokozmos’ta) Newton mekaniğinin geliştirilmiş hâli olan determinist görecelik yasaları geçerlidir. Determinizm de belirsizlik de doğada kendi belirledikleri sınırlarını aşmıyormuş gibi görünüyor.
Özetle kauntum mekaniği, determinist (klasik) mekaniğin “x, y’nin nedenidir” basit önermesini “y, x’i büyük olasılıkla izlemişse x, y’nin büyük olasılıkla nedenidir.” biçiminde yumuşatmıştır. Bu yumuşamanın getirdiği “olası nedenselliğin” kaotik dallanmalarına geçmeden önce son olarak zaman konusunu ele alalım:
Zaman
Evren, zamanın esiridir. Evreni zamanın akışkanlığı sayesinde duyumsarız. Antik çağdaki evrendoğum mitlerinde de günümüzdeki astrolojik keşiflerde de bir başlangıç noktasından (big bang, büyük patlamadan) söz edilir. Enistein’nın Görecelik Kuramı sayesinde zamanın ışıkla ilintili olduğunu ve onun bükülebildiğini öğrenmiştik. Artık zaman fizikteki dördüncü boyut olarak kabul ediliyor, tüm hesapları zamana göre yapıyoruz. Onun aktığından şüphemiz yok ve o artık bilimdeki asıl referans noktamız. Hepimiz sürekli zamanda yolculuk yapıyoruz ve bu akışın içinde doğduğumuzdan dolayı da zamanı zamandan soyutlayarak düşünemiyoruz; çünkü düşünme de bir süreçtir ve zamana bağımlıdır.

Zamanda ileri veya geri gidebilir miyiz? Ya da geleceği görme imkanımız var mı? Böyle bir imkan bizi, bu gezegene sıkışmış insanoğlunu, kurtarmaya yeter mi? Başımıza tam olarak ne geleceğini bilirsek gerekli önlemimizi alıp kurtulabilir miyiz? Daha küçük boyutta düşünelim. Bir fırtınanın geleceğini önceden saptarsak insanların hayatını kurtarabilir miyiz? Bu soruların cevaplarının peşinden koşan biliminsanları şaşırtıcı sonuçlarla karşılaştı.
Ve Günümüzde Kaos Teorisi
Edward Lorenz (1917-2008), ABD’li matematikçi ve meteorolog, Lorenz, 1963 yılında MIT‘de bilgisayarıyla hava olaylarını modelleyen bir algoritma yazmıştı. Fakat bu model başlangıç koşullarına öylesine hassas bağımlıydı ki binde birlik bir farktan büyük hava değişimler ortaya çıkıyordu. Bu da onu ilerde ünlü “kelebek etkisi” ilkesine götürecekti. Hava tahminleri günümüzde de üçüncü günden sonrası için hızla bulanıklaşır. Hatta çoğu zaman birinci günün bile doğru tahmin edilemediği görülür. Lorenz hava tahmininde beklediği sonuçlara ulaşamadı; ama yıllar önce Poinceré’in bulduğu kaotik davranışı yeniden keşfetmişti. Lorenz buluşunu bu aşamada bırakmadı ve kaotik matematik modellerin peşine düştü. Bunlardan en ünlüsü Lorenz çekicisidir. Şekli birbirini hiç kesmeyen, ama sürekli içi içe geçmiş iki spiralden oluşmuşur. İlerde bu şekil Kaos Teorisin ve onu eşsiz davranışının ve bu eşsizliğinin içindeki düzeni temsil eden bir simge olacaktı.9

Başka bir şaşırtıcı gelişme astronomide oldu, Michel Hénon (1931-), Fransa’da Nice Rasathanesinde gezegen hareketlerini dinamik sistemeler olarak ele aldı. Çünkü yıldız kümeleri çok cisimli sistemlerdi ve kaotik davranışlar göstermeliydi. Artık insanlara modellemede yardımcı olacak bilgisayarlar da olduğundan Hénon da aynı Lorenz gibi bilgisayarlardan yararlandığında gök cisimlerinin yörüngelerindeki kaotik davranışı keşfetti.9

Biyolojide ise matemetikçi Robert May (1936-) yabani hayvaların nüfus değişimleri hakkındaki bir model üzerinde çalışmaktaydı. 1976′da Nature dergisinde yayınlanan makalesinde bir durumun iki farklı duruma ayrılması anlamına gelen çatallanma sürecindeki kaosu incelenmiştir. Bu çalışmayı izleyen yapay zeka araştırmacısı Mitchell Feigenbaum (1944-) May’ın gözlediği kaosta bir düzen olduğunu buldu. Birkaç yıl sonra da Kaos Teorisi ile fraktal geometri arasında bir bağıntı kurmuştur.10 Gerçekten de tüm dinamik kaotik sistemlerin geometrik yapıları kesirli (fraktal) geometriye dayanıyordu.

İstikrar ve istikrarsızlık arasındaki dengeye de en güzel örnek kar kristalleridir. Bir sıvı kristalleşirken büyüyen bir uç meydana gelir. Bu uçların sınırlarından hassas termodinamik süreçler sonucu istikrarsız ama simetrik dallar fışkırır. Her kar teneciği eşsiz biçimde dallansa da sonuçta ortaya çıkan altıgen ve fraktal bir şekildir. Kar taneleri düzenin ve karmaşanın, kaosun ve kozmosun birlikteliğinin en açık örneğidir.

Kaotik hassaslık aslında toplumsal bilinç altımızda da vardır “bir mıh bir nal kurtarır, bir nal bir at kurtarır, bir at bir er kurtarır, bir er bir cenk kurtarır, bir cenk bir vatan kurtarır”söylemi kaotik bir söylemdir. Teknolojide ise Kaos Teorisiyle birlikte gelişen bulanık mantık (fuzzy logic) yapay zekalarda ve kontrol sistemlerinde kullanılmaya başlandı.11 Örneğin “fuzzy kontrol sistemli”denen ve periyodik değil de özgün bir şekilde çalışan çamaşır makinelerinden daha verimli sonuçlar alınmıştır. Sonuç olarak Kaos Teorisi yükseliş dönemindedir. Henüz evrimini tamamlamasa da çeşitli alanlarda şaşırtıcı farkındalıklar yaratmış ve yeni arayışlara yol açmıştır. Mesela ekonomistlerin daha iyi tahminler yapmak için eski hisse senedi verileri çıkarıp yeni bir analiz yöntemi peşine düşmeleri bundandır.

Özetle Kaos Teorisi hem çokdisplinli hem de displinlerarası bir konudur. Matematikteki olasılık hesaplarıyla, botanikte eğreltiotunun veya karnabaharın fraktal yapısındaki kesirli boyutlu12 geometrisiyle, bilgisayar dünyasındaki bulanık mantığıyla, fizikteki dinamik sistemleriyle, biyolojideki sinirsel çözümlemeleriyle, iktisattaki yeni modellemeleriyle yeni ve kapsamlı bir bakıştır kaos teorisi.
Özetle Kaos Teorisi hem çokdisplinli hem de displinlerarası bir konudur. Matematikteki olasılık hesaplarıyla, botanikte eğreltiotunun veya karnabaharın fraktal yapısındaki kesirli boyutlu12 geometrisiyle, bilgisayar dünyasındaki bulanık mantığıyla, fizikteki dinamik sistemleriyle, biyolojideki sinirsel çözümlemeleriyle, iktisattaki yeni modellemeleriyle yeni ve kapsamlı bir bakıştır kaos teorisi.

Toparlarsak doğanın gerçek düzeni olduğunu iddia eden Kaos Teorisinin temel önermelerini şu şekilde özetleyebiliriz:
Başlangıç koşullarına hassas bağımlıdır. (Bu bütünleyici bir anlam içerir, sistemin tüm elemanları birbirlerinin en ufak bir hareketinden etkilenilir. Örn: Kelebek Etkisi metaforuyla anlatılan atmosfer değişimleri veya global ısınma, mıh-vatan zincirleme bağıntısı.)
Özgündür. Hiçbir olay aynı şekilde tekrarlanmaz. Örn: Kar tanesi, parmakizi eşsizlikleri…
Kendi kaotik sınırları içinde kararlı (düzenli, kozmotik) olabilir. Örn: Jupiterin kırmızı lekesi, yıldız yörüngeleri…
Geometrisi kesirli (fraktal) yapıya sahiptir. Örn: Kasırgalar, spiraller, bulutlar, akışkanlar, trübilanslar, karnabahar, brokoli, eğreltiotu…
İkiden fazla boyutludur. Kesirliler de dâhil. İspatı: Üç cisim problemi. (Bakınız: Hilbert Uzayı)12.
Birbirleri içinde çözünüp yeni ve daha büyük kaotik dinamik sistemler oluşturabilir. Örn: Süperiletken üzerindeki elektronların kuantum dalga fonksiyonları,12 para piyasaları, borsa…
Öngörülemezdir. Kendine has bir düzeni olsa da belirsiz bir yanı da vardır. Dolayısıyla “kader her an yeniden yazılır” önermesini doğrular niteliktedir.
Sonuç
Kaos Teorisi sadece bilimin bir konusu değildir. Evrene bir bakıştır. İçten içe gelişen bu dönüşüm sosyal bilimleri de etkilemek üzeredir. Belki de sosyal bilimler ile fen bilimleri arasındaki uçurumu aşmada yardımcı da olabilir.
Eski Yeni
Klasik-Modern Mantık Bulanık Mantık
Doğrusal Geometri Fraktal Geometri
Klasik Mekanik (Kaotik) Kuantum Mekaniği
Determinizm Belirsizlik Prensibi
Sabit Yörüngeler Garip Çekerler
… …
Kaos Teorisinin tekrar ortaya çıkmasındaki en büyük etmen hiç şüphesiz bilgisayarların insanlara karmaşık hesaplardaki desteğidir. İklim tahminlerinde de kullanılan süper bilgisayarlar 2061′de beklenen Halley kuyruklu yıldızının dönüş tarihini daha doğru ve yeni kaotik anlayış sayesinde daha esnek bir şekilde hesaplıyor; ancak Hume’un da öngördüğü gibi “fizik yasaları” dediğimiz düzeneğin altında hâlâ hiç bilmediğimiz işleyişler olabilir. Tarih gösteriyor ki insandaki bu meraklı tutum, tüm yerleşik etik ve teknik kurallara meydan okuyarak devam etmektedir. Peki bu merak bizi kurtuluşa mı, yoksa yok oluşa mı götürecek? Üç gün sonrasının hava durumunu net bir şekilde öngöremezken bu soruya bir cevap vermeyebiliriz; kader her an yeniden yazıldığından görülüyor ki bu biraz da özgür iradeye sahip olan insanın elindedir.
Kaynakça:
(1) Lorenz, Edward, (1972), Does the Flap of a Butterfly’s Wings in Brazil Set Off a Tornado in Texas?, American Association
(2) Estin C., Laporte H.,(1987), Yunan ve Roma Mitolojisi, Musa Eran (Çev.) Tübitak Yayınları, 8.Basım, Nisan 2003, s.112
(3) Safran, Barış, (01 Temmuz 2007), Kaos: Hiçlik Mi Yoksa Tanrıların Tanrısı Mı?, Garip Çekici, garipcekici.blogspot.com
(4) Özlem, Doğan, (2003), Bilim Felsefesi (ders notları), İnkılap Yayınları, s.88-98
(5) Kant, Immanuel, (1781), Salt aklın Eleştirisi - Kritik der reinen Vernunft, s.20-24
(6) Newton, Isaac, (5 Temmuz 1687), Philosophiae Naturalis Principia Mathematica, üç cilt, Latince yazılmış ve kitabın basım masraflarını Edmund Halley kendi cebinden karşılamıştır.
(7) Karaçay, Timur, Determinizm ve Kaos, Başkent Üniversitesi, Ankara, (tkaracay@baskent.edu.tr)
(8) Heisenberg, Werner, (1964), Fizik ve Felsefe - Physik und Philosophie, Yılmaz Öner (Çev.), Belge Yayınları, 3.Baskı, Aralık 2000
(9) Gleick, James (1997), Kaos, Fikret Üçcan (Çev.) Tübitak Yayınları
(10) Baykal N., Beyan T., (2004) Bulanık Mantık Uzman Sistemler ve Denetleyiciler, Ankara Bıçaklar Kitabevi
(11) Altunoğlu, Serdar, (2009), Go Sorunsalı ve Kaotik Çözüm Arayışları, Bibliothec Felsefe Sosyal Bilimler Dergisi, Bahar 2009 (Şubat -Mart Nisan), AÜ-DTCF Felsefe (serdaraltunoglu@gmail.com)
(12) Peat, David (2001), Filozof Taşı: Kaos, Eşzamanlılık ve Dünyanın Gizli Düzeni, Orhan Düz (Çev.), İnsan Yayınları
(2)
(13) Prof. Dr. Aydede (2013), Kaotik Bilimler Enstitüsü Ders Programı, Ay Evrenkenti Üniversitesi